Kandil Mesajları

Posted: 25 Şubat 2010 Perşembe by Mengüalp in Etiketler: ,
2

Ahmetnur Efendi'den bombalar:

A.E.: Kandiriniz kutlu olsun Alios efendi.
Alios: (iptal).

Türkçe Kelime Sanacı (Se-)

Posted: 24 Şubat 2010 Çarşamba by Skandrant in Etiketler:
0

Seyremek: Aralıklı olmak. Kişi seyredi (Halk seyredi, bir aradaydılar hafif dağıldılar gibi).


Seyrek: Seyrek kapı (Parmaklıklı kapı). Seyrek bez (Sıkı dokunmamış bez).

Seki: Dükkan.

Sengir: Dağ çıkıntısı.

Sep: Gelinin malı olan çeyiz.

Seri: Evlerde üzerine eşya konan raf.

Sesinmek: Bir şeyi yapmaya niyetlenmek. Er kulunu vurmayı sesindi (Adam kölesini dövmek istedi, hazırlandı).

Seşmek: Düğümü vs. çözmek. Er atının kişenini seçti (Adam atının kösteğini çözdü).

Seşimek: Düğüm seşidi (Düğüm çözüldü).

Seşik: Bağlı olmayan, çözülmüş. Bütün mesele açık seşik ortada.

Seştirmek: O, ona düğüm seştirdi.

Mesele'nin Temeli

Posted: 23 Şubat 2010 Salı by Skandrant in
4

İnsan türünden olup da insanlığa ait olmayan canlılara ne ad vermeli?

0

Sağız: Elbiseye bulaşan meyve suyu, pekmez gibi nesneler. Sağızlı yer (Çamuru yapışan yer). Safranbolu'nun yolları çok sağızlıdır.

Sağlık: Sağılacak dişi koyun. Er, sağlıklandı (Adam dişi koyun sahibi oldu).

Saka: Dağ yamacı. Keltepe'nin sakasında şirin bir köy var.

Sakımak
: Halusinasyon görmek. O benim gözüme sakıdı. (O benim gözüme hayal göründü)

Salıntı: Erkeğin arkaya doğru salıverdiği saç. Mengü salıntısını nerede bıraktı?

Salıngı: Kendisiyle çakıl atılan sapan.

Samduy: Ilık yemek. Talebe mutfağı samduylarıyla ünlüdür.

Samırtığ: Karmaşık. Samırtığ iş. (İçinden çıkılmayan karışık iş)

San: Sayı, sayma, add u îtibar.

Sanaç: Dağarcık.

Sanarmak: O, onu kişiden sanardı (O, onu halktan sandı, saydı).

Sanrımak: Esrik sanrıdı (Sarhoş saçmaladı). Esrikler kamu sanrıştı. (Sarhoşlar bütün saçmaladı)

Sandrış: Çekişme.

Sançmak: Bıçak vb sokmak (Savaşta, kavgada vs). O, ona bıçağını sançtı. Yağı sançıktı (Düşman sançılarak yenildi). Bıçak dama sançıldı (Bıçak duvara sançıldı).


Sang: Kuş pisliği. Kuş sangladı. O, kuşunu sanglattı.

Sapmak: Yiçi iğne saptı (Terzi iğneye iplik geçirdi). İp iğneye sapıldı.

Saplamak: Sap takmak. O, kılıç saplattı (O, kılıça sap yaptırdı).

Sarkım: Soğuk günlerde kar gibi yağan çiğ.

Sarkmak: Sürekli akış hali. Sarkıntı su (Sürekli su damlası). Buzdan su sarkıştı. O, yağını kaptan sarkırdı (O, yağını kaptan akıttı).

Satamak: Kavgadaki gibi ısırmak, çiğnemek. O, onun boynunu satadı. O bana yolda sataştı.

Say: Kara taşlık yer. Yer sayırdı (Yer kara taşlı olayazdı). Yer sayıkdı (Yer kara taşlı oldu).

Sayramak: Şakımak. Sanduvaç sayradı (Bülbül şakıdı).

Sayram: Sayram su (Mümkün olsa kara taşlı yere çarparken şakırdayarak akacak gibi topuktan yukarı çıkmayan sığ su). Su sayramlandı (Su artık rahatça geçilebilecek hale geldi)

Saypamak: Çarçur etmek, israf etmek. O, davarını saypattı (O davarını çarçur ettirdi).


0

-Hapşuu!

-Optimum yaşa!

Allah'ı Tanıyalım 1

Posted: 22 Şubat 2010 Pazartesi by Skandrant in Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,
1

Miladdan sonra 600'de Arablarda çoktanrıcı algı vardı. Bu tanrıların Mekke'de en gözde olanları üç kızkardeşti:


Al Lãt: İlãhe demektir. Heredotus'un naklettiğine göre (ME V'nci asırda) Aphrodite'ye Asuriler Mylitta, Arablar Alilat ve Farisiler Mitra derlerdi . MS I'nci asırda Nebatîler Hubal'in annesi, Menãt'ın kayınvalidesi saydıkları Al Lãt'ı Yunanîlerin Athena ve Tyche'si ile Romalıların Minerva'sına denk tutuyorlardı ve çok-dilli kitabeler de Yunanca Ulu İlãhe diye anılıyordu.

Al Uzza: En Güçlü demektir. Nebâtîlerde Yunânîlerin Aphrodite'si ve Romalıların Venus'una denk tutuluyordu.

Menãt: Nebâtîlerde Hubal'in karısı ve kader tanrıçası Manawatu idi. Yunanîlerin Nemesis'ine denk tutulurdu.

Bu üç kızkardeş MS 600'lerin Mekke'sinin en önemli dinî figürleri idiler. Arab esâtirinde bu ilaheler milâdî yılların başında Petra'da yaşayan Nebâtîlerin dininde de bu kadar güçlü konumdaydılar ve bunlara Dûşerâ (Dağın Beyi) adında bir erkek tanrı eşlik etmekteydi. Bir kitâbede Dûşerâ ve Manawatu'nun yanısıra bir HBL adı anılır. Bu sonradan Hicaz'a getirilen Hubal'dir. Rivâyetler Hubal'i Mekke'ye dışardan getirilen bir tanrı olarak nakleder.

Hâmiş: Phriglerin Matar Kubeleya'sına Yunanîlerde Meter Oreia Dağın Annesi deniyordu. MS. 600'lerin Arablarının erkek tanrısı Hubal aslında MÖ. 600'lerin Anadolu'sunun Kubel'i olabilir.

1

Dünyalar tatlısı kızımız Mine 2000 senesinin ilk günü doğmuş olsun. 2001 yılının ilk günü meleğimizin kaçıncı doğum günüdür?

- 01.01.2000 meleğimizin dünyaya geldiği gün ise ve 2001 yılının ilk günü ikinci doğum günüdür. Birincisi onun doğduğu gündür.

Mine bebek bir yaşını 2001'in ilk günü dolduruyorsa 2 Ocak gününde kaç yaşında olur?
-Bir yaşını doldurmuş artık iki yaşındadır.

Mine, kimin yaşadığı kaç yaşındasın?
-Onbir yaşımdayım.

Başka birisinin farklı sayıda yaşında değil misin?
-Hayır, yaşadığım kendi yaşım ve bu sene onbir yaşımı yaşıyorum.

Mine, bütün sınıf arkadaşların aynı yaşta mısınız?
-Evet, hepimiz onbir yaşımızdayız.

Diğer sınıflardakiler?
-Onlar da onbir yaşlarındalar.

-Ya sen, Skandrant, sen hangi yaştasın?
Ben yirmialtı yaşımdayım.

Mutter

Posted: 20 Şubat 2010 Cumartesi by Skandrant in Etiketler: , , , , , , , , , , ,
0

Ana

Büyümüş bir çocuk güruhunun gözyaşları

Onları beyaz bir saça diziyorum

Islak zinciri havaya atıyorum

Ve bir anam olsun diliyorum

Beni ışıtmış güneş yok

Süt akıtmış meme yok

Boğazımda bir boru sokuldu

Karnımda bir göbeğim yok

Ana

Bırakmadılar hiç meme emmedim

Sığınacağım bir koyun olmadı

Kimse bana bir ad koymadı

Telaşla ve döl olmadan yapıldım

Beni hiç doğurmayan o anaya

Bu gece and var

Ona bir hastalık yollayacağım

Sonra onu ırmağa atacağım

Ana

Onun ciğerlerinde bir yılan balığı yaşar

Benim alnımda bir doğum lekesi var

Onu bir bıçağın öpüşüyle sökeceğim

Ölümüme sebep olsa da

Ana

Onun ciğerlerinde bir yılan balığı yaşar

Benim alnımda bir doğum lekesi var

Onu bir bıçağın öpüşüyle sökeceğim

Ölümüme kanasa da

Ana

Ah, bana sabır ver

Rammstein

6

Hepinizin de bilmesi gerektiği üzere Fırat Üniversitesi'nde Elektrik Elektronik Mühendisliği okumaktayım.Malum evden erken kaçayım deyince ilk yılda buraya geldik, o azme burası Şam'da kayısı :).

Şöyle başlamak isterim ki;

İlk sene üniversiteme geldiğimde çok fazla önyargılar edindim, nitekim doğudaki herhangi bir yerde nasıl bir yaşam olduğunu daha önceleri ailemle yaptığım tatil ziyaretlerinde görmüş olsam da, burada yaşamak ve öğrenci olmak bambaşkaymış! Çünkü doğu insanı batı insanından farklıdır. Niye mi? Çünkü doğudaki saflığını bozmamış kültür halen daha günümüzde devam etmekte.
Örnek vermek gerekirse; Batı'da kulağımda küpeyle görenler yadırgamadan ve yüzüme dik dik bakmadan benimle muhattap olabiliyorlar, Doğuda ise önce bir süzülüyorum sonra normal olmamak şartıyla bir cevap alabiliyorum (ki Elektronik Devreler hocam bütünleme sınavında şapkamı çıkartıp "bakayım sen asimetrik mi yoksa simetrik mi takılıyorsun" diyere iki kulağıma birden baktı ve sivri dilli hocam ardından"ne oluyor bunu takınca" diye bir soru yöneltince başımı öne eğip "iyi günler hocam" diyerek yoluma devam ettim) veya şöyle bir örnek daha verebilirim; bir gün Safranbolu'da(yaşadığım yerde)çakmağım bitmiş bir vaziyette bakkallardan uzak kibritsiz bir vakit, annemin arabasında canım sigara çekiyorken oturarak buldum kendimi, sonra düşündüm "ne yapsam" diye, baktım olmayacak arabadan indim ve yan tarafta bahçesi olan, o bahçede odun kıran bir Abi'nin yanına gittim ve "ateşiniz var mı acaba?" diyerek sıkıntıma çözüm olması amacıyla bir soru yönelttim. Aldığım cevap ise (önce beni süzerek -süzmesinin nedeni kulağımdaki küpe değil üstümdeki şık, yeni alınmış takım elbiseydi-)"ne sigarası içiyorsun bakayim sen?" dedi ve tipime binaen marlboro veya parliament diyeceğimi umut ederek çaktırmadan da olsa sigara talep etti, ardından "öğrencisin değil mi, ne okuyorsun" diyerek evin içersindeki annesine "anne burda bir öğrenci var sigarasına ateş getirir misin" dedi, tabiki ben de ayıp olmaması için "içer misiniz" diyerek ikram ettim Memphis marka ucuz sigaramdan ve beraber yaktık sigaraları ve uzaklaştım olay mahalinden). Fakat ateşi Elazığ'da(üniversite okuduğum yerde) istemiş olsam tahminimce gelecek tepki ve söylem şu şekilde olacaktı: "buyur gardaş, çikuğf -çakmak çakma sesi-". Ya da hocam, batıda bir hoca olsa -daha ziyade alışkın olsa böyle tipteki değişikliklere- beni tipimle yargılamazdı.

Şimdi ise bir kaç önemli olay daha anlatmak istiyorum ki, farkları benim madde madde özetlememden çok kendiniz daha iyi görebilesiniz diye. Harçlığımın bittiği ve tekrar yatmasına yaklaşık bir iki gün kala çarşıda işimi halletmek üzere dolmuşa bindim. Bindikten sonra cebimdeki paralara göz attım, otuz kuruş ve yirmi liram vardı. Dolmuş şoförüne son kalan yirmi liramı, dolmuş ücreti olan altmış kuruşu vermek üzere uzattım. Şoför baktı ve gelen sesli soru ise şöyleydi:"bozuk paran yok mu yeğenim?" düşündüm ve otuz kuruşumun olduğunu anımsayarak, tekrar kontrol etme amaçlı (bozuk para sesleri eşliğinde)cebimden çıkartıp cevap verdim, "yok abi başka param", şoförden gelen tek ses ise şöyleydi: "bak elinde var bozuk para işte, ne kadarsa ver" dedi ve elimdeki otuz kuruşu uzattım ve yerime oturdum.
Şimdi bu olaydan çıkartmak ve aktarmak istediğim şey; diğer yandan Safranbolu'da dolmuş şoförü müşterisinin parasında beş evet yanlış duymadınız kuruş eksik olduğu için dolmuştan atabiliyorken. Safranbolu'da tanık olduğum öbür olaydaki şoförün zihniyetiyle Elazığ'daki şoförün zihniyetinin neden farklı olduğudur. Evet farkların sonuçları gözler önündedir fakat yine de hayat akmaya devam ediyor.

Farklı bir olay daha geliyor şimdi. Mayıs ayının beşinci günüydü, o sabah Mersin'e bir arkadaşımı görmeye gitmiştim. Hava çok soğuk değildi fakat hafif bir ayaz vardı, denizli memleket Mersin'de. Saat dört civarlarında indiğim için şehre, mecburen arkadaşımı beklemek için bir yerlerde oturmam gerekiyordu. Bende sırtladım çantayı, çıktım çarşıya. Sabah altı sularında bir firin-cafe bozması bir yerin önünde, birazda bitkin bir halde, dükkanını yeni açan işletme sahibine dışardaki masaları göstererek bir umut "oturabilir miyim acaba?" diye sordum! Fakat hiç beklemediğim, alışık olmadığım bir şekilde "hayır daha açmadık" cevabı aldım. Zannımca param yok, dileniyorum sandı garibim beni, ama olsun her ne olursa olsun tepkisi kendini belli ediyordu. Şimdi ters bir açıyla Elazığ'da bir lokantada yaşadığımı anlatayım: Beğendiğin, içinden gelen bir lokantaya oturursun ve sen sipariş etmeden çorba, arasıcak(ezme , salata, bazen çiğköfte bile..) gelir ve ana yemeği yedikten sonra yanına tatlı üstüne de kesinlikle ve kesinlikle çay gelir. İş yeri sahibi sanki ona misafirliğe gitmişsiniz gibi sıcak, cana yakın ve içten tavırlarıyla adeta sizi lokantasında ağırlar ve en önemliside ana menü dışında sizden ücret talep etmez. Evet iki farklı kültür arasındaki iş veren anlayışları da böyle.

He, "yok mu bu doğuda öğrenci olmanın olumsuz yönleri?" diyorsunuzdur belki şimdi içinizden. Var, var, hemde öyle bir varki.. Onların yüzünden bu olumlu yönlerini göremeyebilecek kadar çok var hem de.

Olumsuzlara gelmek gerekirse, çok fazla üstüne düşmeden değinip kısaca geçmek isterim. Şöyle ki;
Bir kere uzaksınız yeterince medeniyet dediğiniz 'tek dişi kalmış canavara', yol var arada hem de bin kilometrelerce. Nitekim bu size bir sürü olumsuz yön çıkartıyor, etkinliklere katılamamak, tatilde evinize geç gitmek -hatta uzak olduğu için bazen gidememek- ve en kötüsü de uzak olmak bu olumsuzlukların içerisinde, hadi teknolojiye internet aracılığıyla sahip olabiliyorsunuz fakat ailenizi, arkadaşlarınızı görmek istediğinizde özleminizi gidermek için sabırlı olmanız gerekiyor! Tabi bunun dışında da şeyler var; mesela batıda alışık olduğunuz genel saygı çerçeveleri.. Ama inanın bana olumlu yönleri gördükçe bunu göz ardı edebiliyorsunuz.

Evet gördüğünüz üzere batı ve doğu arasındaki farkları göz önüne seren örnek bulmak çok zor değil. Bunlar şimdilik aklıma gelenler ve size gösterebileceklerim. Güzel ve ilginç şeyler yaşadıkça, gördükçe elimden geldiğince paylaşmak isterim. Ama asıl değinmek istediğim nokta kesinklikle şudur ki: eğer batıda yaşıyorsanız doğuda yaşamın nasıl olduğunu içine girmeden anlayabilmeniz mümkün değil! Buna ilaveten kesinlikle ve kesinlikle herkesin bilmesini, görmesini istediğim bir nokta olduğu için paylaşıyorum bu yazıyı sizlerle. Gününüz açık olsun. Saygılarımla.

The Man Who Sold The World

Posted: 17 Şubat 2010 Çarşamba by Skandrant in Etiketler: , , , , ,
1

Dünyayı Satan Adam


Merdivende karşılaştık, geçmiş zamandan konuştuk
Orada olmadığım halde benim dostumdun dedi
Bu bana garip geldi, gözlerinin içine konuştum
Yapayalnız öldüğünü sanıyordum, çok çok uzun zaman önce

Ah yok, ben değil
Hakimiyeti hiç kaybetmedik
Sen yüz yüzesin
Dünyayı satan adamla

Güldüm, elini sıktım, eve doğru yollandım
Yabancı bir memleket aradım, yıllar yılı avare gezdim
Dalgın bir bakış süzdüm, bir milyon tepe aştık
Yapayalnız ölmüş olmalıyım, çok çok uzun zaman önce

Kim bilir, ben değil
Hakimiyeti hiç kaybetmedim
Sen yüz yüzesin
Dünyayı satan adamla

Kim bilir, ben değil
Hakimiyeti hiç kaybetmedik
Sen yüz yüzesin
Dünyayı satan adamla

David Bowie



1

Türk tarihini yabancıların yazmış olduğu gerçeğini göz ardı ettiğimizden ötürü yüzyıllardır bu yabancıların yakıştırmalarıyla kendi kimliğimizi tanımlamaya çalıştık. Anadolu öncesi Türk kavimleri (kitabelerdeki Törük Sir Bodun) ile 1071 kahramanları arasındaki akrabalığın ne olduğu henüz tam manasıyla ortaya konamamıştır. Vakıa şu ki, kitabeleri en güvenilir kaynak kabul edersek 1071 kahramanlarının ataları olan Oguz Bodun, bizim Türk ismimize kaynaklık eden Törük Bodun’un en yaman düşmanlarıydı [bir sene içinde yedi büyük muharebe neticesinde Oğuz hanlarına baş eğdirildiğinden söz edilir]. Bu büyük mağlubiyet sonrası Oğuz boyları [bodun] Sasani sınırına yığılmış olmalılar ve Müslümanlarla karşılaştıklarında hala Türk beylerine tabi idiler.

Müslümanlar uçsuz bucaksız ovalarda yaşayan bu yiğit halklar arasında hiçbir fark gözetmeyerek hepsini tabi bulundukları Törük Bodun [boylar birliği şeklinde bir devlet düzeninden söz edebiliriz] adıyla tanımış olmaları mümkündür. Fakat Müslümanların Oğuzlarla yakın ilişkileri, bu boyların İslam ordularına katkıları [manevra kabiliyeti ve düzenli orduları şaşırtan taktikler] Müslümanların Oğuzları daha iyi tanıma ihtiyacını doğurmuştur. Yaşayan dillerin en eski sözlüklerinden olan Divan-ül Lügat-it Türk yazarının da pek çok defa vurguladığı gibi esas olarak Oğuzca’yı esas almıştır [Türkçe diye nitelendirilen kelimeler oldukça sınırlıdır]. Aradan geçen yüzyıllarda Acem diyarına [günümüz İran’ı], Rum diyarına [günümüz Türkiye’si], Irak’a ve Şam’a, Mısır’a göç edenler Törük Bodunun İslam’la en yakın ilişkili unsuru olan Oğuzlardı. Türk adı bu kabileler için İslam ve medeniyet öncesi yaşamı hatırlatan istenmeyen ve hor görülen bir isim haline gelmesine rağmen Oğuz ismi Oğuz Han şekliyle Herakles-Zülkarneyn tipi bir mitos kahramanı haline dönüşmüş ve Ortadoğu’nun Arab olmayan hanedanları için bir meşruiyet kaynağı haline gelmiştir. [Örnekse; Orhan Gazi sonrası yaygınlaşan şecerelerde Osmanlı ailesinin Oğuz Han’a kadar nasıl dayandırıldığı vb].

Müslümanlar gibi Rum İmparatorluğu (ve onların aracığıyla Frenkler) da Orta Asya’nın doğudan gelen savaşçı halkıyla ilk kez Törük Bodun döneminde ilişki kurmuştur [Altıncı asır ortalarındaki elçiler ve dönem haritalarında Hazar doğusu=Turkia]. Ama başlarda; Anna Komnenus’un Alexiad’ında da fark edeceğimiz gibi 1071 kahramanlarını kâh Persler kâh (Arapların atası kabul edilen Hz. İsmail’in annesi Hâcer’den dolayı)Hâcerî kâfirler diye nitelendirmişlerdir. Türk adının garb âleminde yaygınlaşması büyük ihtimalle Magribli seyyahlar ve âlimler sayesinde olmuştur.

İmparatorluğumuzun klasik dönemlerinde bile bizim için bugünkü Türkiye, Bulgaristan ve Makedonya havalisini kapsayan, İmparatorluğun özü sayılabilecek bölge Diyar-ı Rum, bu bölgenin halkı ise Rumîidi [Kanuni dönemi resmi kayıtlarda Mısır istihkâmında görevli askerler listelenirken bu isimlendirme kullanılıyor: şu kadarı Şam’dan, şu kadarı Hicaz’dan, şu kadarı Diyar-ı Rum’dan]. Fakat aynı dönemde Avrupalılar Sultanı Grand Turk, ordusunu ve halkını da Türkler diye adlandırıyorlardı.

Tanzimat sonrası kimlik bunalımı döneminde Avrupa’da eğitim gören münevverlerimiz Osmanlılık kavramının tutmayacağını fark ettikten sonra Hristiyan azınlıkları ve Arab ve Kürd gibi kalabalık Müslüman halkları gücendirmek pahasına da olsa hocalarının adlandırmasının yaygınlaşması için çok çaba sarf etmişlerdir. Yeni Lisan hareketinde de dilimize Osmanlıca değil Türkçe denmesinin doğruluğu ispatlanınca, hangi dinî veya kavmî kökenden gelirse gelsin resmî dili Türkçe olan İmparatorluğun tebaası Türk olur anlayışı perçinleşmiştir.

Sonuç olarak Türkiye’de etnik Türk’ten bahsetmek en azından bizim için saçma ve gerçek dışı bir ithamdır. Ana dili Türkçe olan halkımız etnik [kavmî] olarak ataları ister Alkaevli boyundan, ister Avşar isterse Çepni olsun Oğuzdur. Milletimiz Oğuz’uyla Laz’ıyla Arab’ıyla Kürd’üyle Türk milletidir. Türklük bütün bu alt-kimliklerle birlikte Orta Asya göçerliğiyle sınırlanamayacak kadar zengin ve şanlı bir altyapıya sahiptir.

Skandrant

Türkiye

Posted: by Bekçi in Etiketler: , , , ,
0

Suál: Hocam, Türkiye'nin idâre şekli nedir, hocam?

Cevâb: Türkiye'nin idâre şekli İhtilâl-i Kebîr sonrası Fransa'sından mülhem Cumhûriyet'dir denir, evlâdım. Alfabe değişikliğinin ardından Cümhuriyet şeklinde imlâ olunurdu sonra Cumhuriyet'e çevrildi.

Bu Güruhun Kurucularının Ortak Özellikleri

Posted: 14 Şubat 2010 Pazar by Mengüalp in Etiketler: , , , ,
0

Kısa ve öz bir şekilde açıklamak gerekirse;

Hepimiz Age of Empires II: The Conquerors'u saatlerce, özellikle de oynadığımız kafenin kapanış saatine kadar oynayabiliriz, ki oynarız da. Aynı zamanda bir müddet hepimiz aynı mahallede oturduk, şimdi ise ben hariç herkes aynı evinde ikamet etmekte -tabi okunan üniversite öğrenciliği ikametgahı hariç-. Hepimiz aynı tarlada yada Endüstri Meslek Lisesi'nin bahçesinde beraberce futbol oynardık. Topluca Safranbolumuzun güzelim Bulak Vadi'sindeki derede yüzmeye defalarca gitmişizdir. Ayrı ayrı da olsa (malum satranç iki kişilik) hepimiz karşılıklı satranç oynamışızdır. Ve kutsal içeceğimiz çay(!). Bir de Kümes(malum gençlik kıraathanemiz)te geçirdiğimiz zamanlar var kağıt oynarak tabiki.

Dipnot: Benden bu kadar, eksik gördüğünüz eklemek istediğiniz varsa düzelte bilir, ekleyebilirsiniz.

Role playing nedir?

Posted: 9 Şubat 2010 Salı by Bekçi in Etiketler: , , , ,
0

Rol yapma oyunu (ingilizce Role Playing Game RPG) oyuncuların oynadıkları karakterlerin kişiliklerine bürünerek birleşik bi hikaye yarattıkları oyundur.
Belli kurallar çerçevesinde, oyun yöneticisinin (Dungeon Master) yazdığı bir hikâyeyi oyunculara oynatmasıdır. Oyun sırasında oyun yöneticisi oyuncuların gözü ve kulağı olur. Yönetici oyuncuların hangi durumda olduğunu söyler oyuncular da ona göre yöneticiye ne yaptıklarını söylerler. Kısaca özetlemek gerekirse bilgisayarın bir insan olduğu , sınırının hayal gücünüz olduğu bir bilgisayar oyunu.

Gönderen : RaistlinMajere

0

Hayır.
Her ne kadar memleketimizin Abdurrahman Çelebi'lerinden olan Nevzat Erkmen ilim-irfan namına iyi işler yapmış olsa da güzel ve yalnız ülkemizin daha da nitelikli intellicensiyaya ihtiyacı olduğu bir gerçektir.
Eski neslin en büyük ahmaklıklarından olan geleneği tekke ve zaviyelere post seren hacılar ve hocaların tekelinden kurtarmak için hiç evet hiç bir çaba sarf etmemeleri yeni nesil için affedilecek yahut mazur görülecek ihmal değildir olamaz da.

Skandrant

0

James Joyce'un efsanevi romanı Ulysses'i tercüme ederken güya her türlü ortamı Türkçeleştirmeye çalışırken, koyu Katolik İrlanda'da bir ibadete hazırlık aşamasının ve hatta başlı başına bir ibadetin hacet gidermek manasında kullanılamayacağını göz ardı ettiği hem de bunu yaparken mide bulandırıcı faşist 30'lar imlasını hem de yanlış yardımcı fiille kullandığı bu sırada da şişman, şarap kızılı suratında muhtemelen çok misyonerce ve dini bir esriklik belirdiği için Nevzat Erkmen'e ağız dolusu ve o'dan sonraki r üzerine şeddeli küfür ettim.

Skandrant

0

Kalu Bela

Şu an ağlıyor olamazsın burada birlikteyiz ya ben çok mutlu hissediyorum

Gözlerin olsa olsa su altı sigaralarının sisiyle dolmuştur

Burada kendimizi köpükledik şimdi gidip şehrin rezervuarında yüzelim

Sakın öyle düşünme şimdi biz çok çok uzaklarda olacağız

Çünkü biz kalu belada beşiklendik

Tıpkı küvetteki çıplak süs balığının zamansız mum ışığında parıldaması gibi

Benim gece gözlerime uyum sağla ki kendinin de o kadim yüzücüler gibi yüzdüğünü göresin

Sakın öyle düşünme şimdi biz çok çok uzaklarda olacağız

Çünkü biz kalu belada beşiklendik

Öyleyse derin karanlık sularda sığ dalma!

Hawksley Workman

Terc: Skandrant

1

Carmelita

Radyomda mariachi sesleri duyuyorum
ve radyonun tuşları, karanlıkta parıldayan
ve ben orada seninleyim ve bu pek bir..
ve ben burada Echo Park'tayım

Carmelita, beni daha sıkı tut
galiba ben batıyorum
ve bütün eroine serilmişim
şehrin varoşlarında

İşte benim Smith Wesson'u rehine bıraktım
ve benim adamla buluşmaya gittim
ElDorado caddesinin aşağısına takılır
Kasaba tavuk tezgahının orada

Carmelita, beni daha sıkı tut
galiba ben batıyorum
ve bütün eroine serilmişim
şehrin varoşlarında

İşte burada oturmuş Rus ruleti oynuyorum
İnci kabzalı tabancamla
Hükumet daha fazla Methadone vermeyecek bana
ve senin yardım çekini de kestiler

Carmelita, beni daha sıkı tut
galiba ben batıyorum
ve bütün eroine serilmişim
şehrin varoşlarında

Warren Zevon şarkısına Gg Allin yorumu

Terc: Skandrant

Cherry Blossoms

Posted: by Bekçi in Etiketler: , , , , , , ,
0

Kiraz Çiçekleri

Siyah bir televizyonun ekranı
Kar beyazı ve siyah
Derin ve açık
Camlara sıçrıyor

Dışarıya üç katlı evlerin şehrine doğru bakıyor
Bir bahçe var, boz-yeşil
Ve kiraz çiçekleri

Sabah vakti eve gelir (Burada her mevsim günler yağmurludur)
Yanına girer (Bir çukurun bir kısmı)
Yarım saat boyunca saati seyreder(Bir portakal ve kabuğu)
Dışarıda hava soğuktur
Pencereler buğulanmıştır (Bir gece gökyüzünde bir yıldız)
Ve ben kendimi hep oraya yerleştiririm (Bir kibar güzellik)
Sen yine unutmama izin verirsin

Ve ben sürekli horlarım
Sen yine unutmama izin verirsin
Hatalı olmanın nasıl bir his olduğunu unutmama

Eğer ona tam olarak gösterebilseydim (Tuhaf değil mi, zaten keyifsizken, her şey seni nasıl da keyifsiz hissettirir )
Ama şimdi çok sarhoşça çıkıyor (Yatağa uzanıyorum, ampul yere çarpıyor)
Kendi kelimelerim yuvarlanıyor (Kalk, pencereden çarşafı al, yağmur hala yağıyor mu öğren)
Kapı çarptığındaki huzur (Alt katta sıcak kahve var, bir sigaraya otur)
Hemen de sıcak ışığı paraladı (Filitreye doğru, bir diğerine ve sonuncuma doğru)
Çok sarhoş geldim (bir diğerine ve benim son kuruşuma)
Sen yine unutmama izin verdin (Sabahın dördü, bir seksen yerin dibinde. Çoktan tarla kuşlarıyla ayakta)
Ve ben tökezleyerek geldim içeri
Sen yine unutmama izin verdin (Sabahın dördü, bir seksen yerin dibinde. Çoktan tarla kuşlarıyla ayakta)
Daima bildiğim şeyi unutmama

Tindersticks

Terc: Skandrant

0

Evren'i çok seviyorum. O çok büyük bir askerdi. İşte ülkemiz çok kötü durumdayken ülkemizi kurtarmıştır. Kenan Evren olmasaydı biz olmazdık mesela. Sonra o gelmeden önce ülkemizde hiç telefon, televizyon falan yokmuş. O olmasaydı hala mum ışığında ders çalışmak zorunda kalacaktık. İşte yaptığı bu çok iyi şeyler yüzünden Evren yalnızca Ren ulusunun Ev'isi değil bütün insanların da Ev'isidir ona bakarsak.

0

Benim Gürleyen Toplarım Yok

benim gürleyen toplarım yok
fakat Allah’a ve aşka inancım var
ve seni başka kimseye teslim edemem
annem benim, Bosna, aşkım

o yıkıp geçen lanet tanklar
ne Una’mın gücünü kırabilir
ne de güneşin parıltılı çağlayan tanelerinin
seni son nefesime dek savunacağım

bu kadarcık saadeti olsun koruyacağım
kalbimde bir kor ve oğlumun gözyaşlarını
allah’ın rahmeti ve evimin kapısını
yolculuğumun sonunda bir ışık gibi

ve senin sıcak gözlerin
ve Bihaç’ın sevgili ışıkları
yansın kalbimde bu gece
ölümde zafer gelir
mezarımı arama benim
hürriyet gelecek
ben gittiğim zaman
artık her yerde olacağım

Una’dan gelen ılık bir esintide
dalgalanan ve damla damla akan nehirde
bir çocuğun gülümseyişinde
Bihaç’ın mavi göğünde

beni nasıl bulacağını bileceksin
diğer herkes için yalnızca bir sırrım
ve o çiçeklerin tatlı ıtrını kokladığında
işte o benim ruhumun reyhasıdır

ve senin sıcak gözlerin
ve Bihaç’ın sevgili ışıkları
yansın kalbimde bu gece
ölümde zafer gelir
mezarımı arama benim
hürriyet gelecek
ben gittiğim zaman
artık her yerde olacağım

benim gürleyen toplarım yok
fakat allah’a ve aşka inancım var
ve seni başka kimseye teslim edemem
annem benim, Bosna, aşkım

Dino Merlin

Terc: Skandrant

Meshane Günlükleri

Posted: by Bekçi in Etiketler:
1

Siftahi benden bereketi sizden. Sitemizin ismini koyarken böyle bir gafta bulunduğum için paylaşmak istedim. Esenlikler dilerim.

Sör Mürver.

Powered By Blogger