Karmaşık

Posted: 31 Aralık 2010 Cuma by Mengüalp in Etiketler:
0

Tesadüflere inanır mısınız? Ben inanmazdım. Yanılmışım. Yine yanılmışım, ama olsun mutluyum. Bir önceki günden  bir adım önde olmak her zaman güzel bir hissiyat. Yaklaşık dört saat kadar sonra elektrik makineleri-I dersimin vizesinin telafisi var, bense %10 çalışmış durumdayım ve buna rağmen yazıyorum. Evet, doğaçlama, içimden gelerek. Belki dersten kaçarak, ama olsun. Biliyorum ki, bunu yazmıyor olursam kaybedeceğim tek şey, bu yazının kayıt olarak bir kenara düşülmesi olacaktır.

Odamın camı açık. Dışarda kar yağıyor. Bense arkamdaki duvarın da soğukluğuyla epey titriyorum. Tabi az önce içtiğim 600cl'lik redbull'un da etkisi var bunda. Biraz yorgunum. Çalışmaktan ya da bu kaçışlarımdan değil de, daha çok sakin ve temiz kafayla düşünememekten yoruldum. Her daim bir stres, telaşe.. Kendimden bir döküntü var şu anda karşınızda. Çok bir işe yaradığından değil de, daha çok kendi çapında hezeyanlarından biraz olsun gerçeklerden soyutlanmaya çalışmamdan bu döküntüler.

İç yolculuğum adını verdim ben bu döküntü halime gelmeme sebep olan hayat dilimime. Ne güzel ki, ne mutlu ki bana, yapmayı istemediğim şeylerden arındırdım kendimi, tamamen olmasa da bu bir başlangıç ne de olsa. Bilinçi ya da bilinçsiz fark etmeden, baskısız bir şekilde arındırdım kendimi istemediklerimden. Bu soru işareti mi uyandırıyor? Öyleyse; kendi isteğim dışı oluşan odamın ışığını kapatmam bile buna dahil.

Tesadüf dedim, iç yolculuğa çıktım. Evet, aynen de öyle. Hayat bütünüyle bir, ve bu hayat benimkisi. Benim ki de böylesi işte. Tasviri ayan, eleştiride yayvan, bi o kadar da perişan.

Olsun. Hiç inzivaya çekilmek nasıl bir şey düşündüğünüz oldu mu? Kendi çapımda yapmaya çalıştım ben. Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum. Lakin, sonuçları bence aşikar. Bunları yazıyorum, size de göstermem gerekmez mi? Şart değil, dipnot benimkisi..

Şapşal bir mutluluk vardı. Sırasıyla, heyecanlı, hüzünlü, meraklı, endişeli, mutlu, hüzünlü.. değişti, değişmeye devam da edecek. Biliyorum. Biliyorum, çünkü farkındayım. Umursamazım sanki oradan değil mi? Sizce evet, bence hayır. Benimkisi bir seçim. Kendi yolumdan gitme seçimi, isteği, kararı ve noktası.

Benim dertlerim sadece beni ilgilendirir, başka herhangi birisini asla ve asla değil. Çok atara gerek yok, antiparantez bu biraz da. Ama dışa vurumum benim nitekim. Hani kişilerin yüzlerine bunu haykırmıyorum ya, buraya haykırasım geldi işte. Ne zamandır benim sorumululuklarım, sizinkiler oldu ki zaten? Bunu hiç anlayabilmiş değilim.. Ben yapıyorsam, yine benim bileceğim iş :).

Velhasıl kelamül cafcaf, mutluyum. Niye mi? Somut sebep mi olsun illa ki? Gerek yok, kendim biliyorum ve buraya da notumu düşüyorum.

Afıt: Sonsuz katkısı olan Sn. M.T.'ye teşekkürü borç bilirim.

Dipnot: İlerde bakınca bu yazıya hayıflanma. Çünkü bu sensin.

Anime ve Manga

Posted: 24 Kasım 2010 Çarşamba by Mengüalp in Etiketler: , ,
0


Anime-manga yani japon çizim kültürünü takip ediyor, bir de torrentten hızlı erişim imkanınız var ve orjinal dili japonca olup alt-yazı'yı ingilizce veya alt-yazısız sorun etmiyorsanız şayet, kısacası anında takip etmek istiyorsanız;
işte size hızlı bir torrent paylaşım ortamı: http://www.nyaatorrents.org/

Satranç ve Felsefe

Posted: 30 Ekim 2010 Cumartesi by Mengüalp in Etiketler: , ,
0

Boris Spassky'ye Açık Mektup - Ayn Rand - 1974



      VS.



"Sayın Yoldaş Spassky:

Bobby Fischer ile yapmakta olduğunuz dünya satranç şampiyonluğu maçını büyük bir ilgi ile izliyorum. Satranç meraklısı değilim ve hatta oynamam da ve oyunun sadece temel kurallarını biliyorum. Ben mesleği romancı-felsefeci olan birisiyim.

Fakat televizyonda hamle hamle yeniden verilen bir oyununuzu izledim ve onları bir satranç oyuncusunun ihtiyaç duyduğu müthiş düşünce ve planlama karmaşıklığının gerçek bir ispatı olarak gördüm. Bu bir satranç oyuncusunun kaç şeyi aklında tutması gerektiğinin ,kaç şeyi entegre etmesi gerektiğinin,ne kadar ileriyi görmesi ve planlaması gerektiğinin bir ispatıydı. Sizin ve rakibinizin sıradışı bir entellektüel kapasiteye sahip olması aşikardı.

Sonra ,oyunun kendisinin ve oyuncuların zihni marifetinin onların uğraştıkları realitenin metafiziksel mutlaklığı sayesinde mümkün olduğunu fark ederek sarsıldım. Oyuna Kimlik Kanunu ve onun sonucu olan Nedensellik Kanunu hakimdir. Her şey olduğu gibidir: bir vezir bir vezirdir, bir fil bir fildir,ve her birinin yapabileceği hareketler onların niteliğiyle belirlenir: bir vezir doğrusal ya da diyagonal herhangi bir açık çizgide ilerler,bir piyon ilerleyemez;bir kale satranç tahtasının bir kenarından diğerine ilerler,bir piyon ilerleyemez,vs. Onların kimlikleri ve hareketlerinin kuralları sabittir - ve bu durum oyuncuların aklının karmaşık,uzun vadeli bir strateji geliştirmesini mümkün kılar,bu nedenle oyun sadece kişinin (ve rakibinin) marifetine bağlıdır.


 Bu durum beni size sormam gereken bazı sorulara götürdü.

1. İki saatlik beyin çatlatan bir emekten sonra - rakibinizi köşeye sıkıştırdığınız - kritik bir anda,bilinmeyen,keyfi bir kuvvet aniden diyelim rakibinizin filinin vezir gibi oynamasını sağlayacak şekilde oyunun kurallarını rakibinizin lehine değiştirmiş olsa,oynayabilir miydiniz? Oynayamaz mıydınız? Ancak gerçek hayatta,bu sizin ülkenizin kanunudur ve bu oynamak için değil, fakat yaşamak için sizin ülkenizin vatandaşlarının içinde bulunduğu durumdur.

2. Satrancın kuralları diyalektik bir realiteye uygun olacak şekilde zıtların bir araya gelebileceği şekilde yenilense,böylece kritik bir anda sizin veziriniz Beyaz'dan Siyah'a dönüp,rakibinizin veziri olsa ve sonra da her ikinize de ait olan Gri'ye dönse,oynayabilir miydiniz, oynayamaz mıydınız? Ancak gerçek dünyada,bu sizin vatandaşlarınızın kabul etmesi,içselleştirmesi ve onlarla yaşaması öğretilen realite görüşüdür.

3. Bir ekip halinde oynamak zorunda olsanız - yani kendi başına düşünmeniz ve oynamanız yasaklansa ve bir grup tavsiyeci ile değil fakat her hareketinizi oylamayla belirleyen bir takım ile birlikte oynamak zorunda olsanız- oynayabilir miydiniz? Bir şampiyon olarak takım içindeki en iyi beyin siz olacağınızdan,takımı sizin stratejinizin en iyi olduğuna ikna etmek için ne kadar çaba ve zaman harcamak zorunda kalırdınız? Başarmanız mümkün olur muydu? Eğer bazı faydacı,sadece içinde bulunduğu anı düşünen zihniyetler rakibinizin atını sizin üç hamle sonra şah mat olmanıza yol açma pahasına alsa ne yapardınız ? Devam edebilir miydiniz ? Ancak gerçek dünyada ,bu sizin ülkenizin teorik idealidir,ve bu ülkenizin (bir gün) bilimsel çalışma,sanayi üretimi ve insanoğlunun hayatta kalması için gereken herhangi bir diğer aktiviteyle uğraşmada önerdiği metottur.

4. Hantal bir takım çalışma mekanizması söz konusu olsa ve hareketleriniz basitçe arkanızda duran - hiçbir şeyi açıklamayan veya tartışmayan,tek argümanı ve niteliği silahı olan bir kişi - tarafından sırtınıza dayalı bir silahla size dikte ettirilse,oynayabilir miydiniz? Oyuna devam etmeyi bir tarafa bırakın,başlayabilir miydiniz? Ancak gerçek dünyada,bu sizin ülkenizde insanların yaşadığı (ve öldüğü) uygulamadaki politikadır.

5. Oyunun kuralları farklılaştırılsa ve siz "proletaryacı" kurallarla oynarken rakibinizin "burjuva" kurallarla oynadığı,bir uluslararası Satranç Federasyonu profesyonel anlayış,ilgi ve yaklaşımından hoşlanır mıydınız,bu şartlarda oynayabilir miydiniz ? Böyle bir "çok kurallı" sistemin çoklu mantıkçılıktan daha saçma olduğunu mu söylerdiniz? Ancak gerçek dünyada, sizin ülkeniz diğer ülkelerin "burjuva" mantığı veya "Aryan" mantığı , ya da "üçüncü dünya" mantığı vs. izlediklerini iddia ederken kendisinin "proletarya" mantığı izlediğini ve küresel uyum ve anlayış peşinde koştuğunu ifade etmektedir.

6. Oyunun kuralları bir istisna ile bugünkü gibi kalsa,yani (kitleleri temsil ettikleri için) piyonlar daha etkili taşları (bireyleri) kurban verme pahasına korunmaları gereken en değerli ve en harcanamaz taşlar olarak ilan edilse,oynayabilir miydiniz ? Bu sorunun cevabının berabere olduğunu iddia edebilirsiniz,çünkü bu tür bir ahlak kuralını kabul eden sadece sizin ülkeniz değil tüm gerçek dünyadır.

7. Oyunun kuralları aynı kalsa fakat eşitlikçi prensibe uygun olarak ödüllerin dağıtımı değiştirilse,yani ödüller,onur ve ünvan,kazanana değil fakat kaybedene verilse,kazanmak bir bencillik belirtisi olarak kabul edilse ve kazanan,üstün bir zekaya sahip olması nedeniyle diğerlerine şans tanımak için bir yıl oyundan men etme cezasıyla cezalandırılsa,oyunu oynamaya dahi tenezzül eder miydiniz ? Siz ve rakibiniz kazanmak için değil fakat kaybetmek için oynamaya çalışır mıydı? Bu sizin aklınızı nasıl etkilerdi?

Bana cevap vermek zorunda değilsiniz,Yoldaş. Konuşma ve hatta bu gibi soruları düşünme özgürlüğüne dahi sahip değilsiniz ve ben de zaten cevapları biliyorum. Hayır,yukarıdaki şartların hiçbirirnin altında oyunu oynayamazsınız. Satranç dünyasına kaçmış olmanız bu tip olaylardan kaçmak içindir.

Evet, Yoldaş,satranç bir kaçıştır,realiteden bir kaçıştır. Satranç, yaşamaktan korkan ortalamanın üstünde zekaya sahip olan,fakat aklını meşgalesiz tutamayan ve onu gerçek olmayan bir şeye adamış olan ve böylece reddetmiş olduğu canlı dünyayı anlaşılması çok güç olduğu için başkalarına teslim etmiş bir insan için bir "çıkıştır." Bir "uydurma oyun"dur.

Lütfen bunu bu tip oyunlara karşı olduğum şeklinde algılamayın: oyunlar insanın hayatında önemli bir yere sahiptir,gerekli olan dinlenmeyi sağlarlar ve satranç sürekli amaca yönelik çalışma baskısı altındaki insanlar için bu işi görür. Ayrıca, -spor yarışmaları gibi- bazı oyunlar bazı insan hünerlerinin bir mükemmellik seviyesine ulaştığını görme fırsatı sunar. Fakat,gerçek dünyada tekerlekli sandalye ile dolaşan bir dünya koşu şampiyonu hakkında ne düşünürsünüz? Ya da dört ayağı üzerinde emekleyen bir yüksek atlamacı hakkında? Siz satranç profesyonelleri insan marifetlerinin en üstünü olan entelektüel gücün ifadesi olarak algılanmaktasınız- ancak bu güç altmış-dört kareli satranç tahtasının sınırları ötesinde sizi terk eder ve aklı karışık, endişeli ve ilgisi dağılmış halde bırakır. Çünkü siz bilirsiniz,satranç tahtası bir eğitim alanı değil,gerçeğin yerine konan bir şeydir.

Yetenekli,erken gelişmiş bir genç kendini dünya karşısında sersemlemiş halde bulur: onun anlayamadığı insanlardır,onu korkutan insanların anlaşılmaz,çelişkili,dağınık davranışlarıdır. Doğru teşhis ettiği,fakat mücadele etmeyi tercih etmediği düşman insan irrasyonelliğidir. Aklının takdir edileceği bir sığınak arayarak geri çekilir,pes eder ve kaçar- ve satranç bubi tuzağına düşer.

Siz satranç profesyonelleri özel bir dünyada yaşıyorsunuz; emniyetli,korunan,düzenli bir dünyada. Bu dünyada varoluşun tüm önemli ve temel prensipleri öylesine açık ve sağlam yerleşmiştir ve uyulmaktadır ki onların farkında olmak zorunda bile değilsiniz.(Bunlar benim yedi sorumdaki prensiplerdir.)Bu prensiplerin oyununuz için ön şartlar olduğunu bilmezsiniz - ve siz onlarla karşılaştığınızda,realitede onları veya onların ihlallerini tanımak zorunda değilsiniz. Sizin dünyanızda,onlar hakkında endişelenmek zorunda değilsiniz,tek yapmanız gereken şey düşünmedir.

Düşünme işlemi insanoğlunun asıl hayatta kalma yoludur. Bu işlemi başarılı bir şekilde gerçekleştirmenin hazzı -kişinin kendi aklının faydasını yaşaması- insan için varolan hazların en önemlisidir, ve bu ister büyük,ister küçük herhangi bir zeka seviyesindeki insanların en derin ihtiyaçlarıdır.Bu nedenle, sizi satranca çeken şeyin ne olduğu anlaşılabilir: tüm gereksiz engellerden arınmış ve aklınızın gücünün muzafferane kullanımı dışında hiçbir şeyin önemli olmadığı bir dünya bulduğunuza inanıyorsunuz.Fakat bunu buldunuz mu Yoldaş?

Aritmetiğin aksine,satranç zihinsel çabanın temel eğilimi olan soyutluğu temsil etmez; onun zıddını temsil eder:zihinsel çabayı bir takım somut şeyler üzerinde odaklar ve bir aklın başka hiçbir şeye yeri kalmayacak şekilde karmaşık hesaplamalar yapmasını talep eder. Bir hareket ve mücadele illüzyonu yaratma yoluyla, satranç profesyonel oyuncunun aklını hayata karşı kritik olmayan,önem vermeyen bir pasifliğe indirger. Satranç,entelektüel çabanın motorunu yani "Ne için?" sorusunu ortadan kaldırır ve bir ölçüde korkutucu bir şey bırakır:amacından soyutlanmış entelektüel çaba.

Eğer -psikolojik veya varoluşsal nitelikteki belli sayıda sebepten dolayı-bir insan gerçek hayatın kendisine kapalı olduğuna,başaracak veya peşinde koşacak hiçbir şeye sahip olmadığına, hiçbir hareketin mümkün olmadığına inanmaya başlarsa,bu durumda satranç onun panzehiri olur, yani buna tamamen inanmayı ve hareketsiz durmayı reddeden kendi asi zihnini uyuşturma metodu olur. Yoldaş, satrancın sizin ülkenizde şu an ki rejimden önce ve sonra her zaman bu kadar popüler olmasının ve neden çok sayıda Amerikalı satranç ustasının olmamasının sebebi işte budur. Gördüğünüz gibi,bu ülkede insanlar hala hareket özgürlüğüne sahiptir.

Sizin ülkenizin liderleri bu şampiyonluk maçını bir ideolojik konu, Rusya ve Amerika arasında bir yarış olarak ilan ettiği için Bobby'nin kazanmasını istiyorum, tüm arkadaşlarımda böyle. Bu maçın ülkemizde beklenmeyen bir ilgi uyandırmasının sebebi Amerikan halkının,sizin ülkenizin saldırı,kışkırtma ve holigan küstahlık politikasına ve kendi hükümetimizin aşırı hoşgörülü ve aşırı nazik sabrına olan uzun süreli kızgınlığının ve öfkesinin sonucudur. Hepimiz yüzsüz,isimsiz kollektif yığınlar arasındaki (bize bir iyi-kötü mücadelesi yapan iki şövalyenin ortaçağ mücadelesine çok benzer gibi görünen) küresel çatışmalardan yorgun ve bıkkın olduğumuzdan,ülkemizde Sovyet Rusya'nın herhangi bir tarzda,herhangi bir bakımdan ve herhangi bir şekilde yenilgiye uğratılmasını görme yönünde yaygın bir arzu vardır.(Fakat tabii ki bu bir semboldür,siz şeytanın gönüllü bir savunucusu değilsiniz,belki de hepimizin bildiği gibi dünyanın geri kalanı olduğu gibi onun bir kurbanı durumundasınız.)

Ancak Bobby Fischer'in davranışı sembolizmi bozmaktadır; fakat bu bir satranç uzmanının aklı ile realite arasındaki çatışmanın açık bir örneğidir. Kendinden emin,disiplinli ve parlak olduğu aşikar olan bir oyuncu gerçek dünya ile uğraşmak zorunda kalınca çökmektedir. O bir çocuk gibi aksilikler yapmaktadır,anlaşmaları bozmaktadır,rasgele taleplerde bulunmaktadır ve bir lise turnuvasındaki satranç oyununda kendini diskalifiye edecek olan bir tarzda kapris tavırlarına girmektedir. Bu nedenle o gerçek dünyaya,kendisini ondan kaçırtan şeytanı yani irrasyonelliği getirmektedir. Bir mektup imzalamaktan,herhangi bir ciddi sorumluluk almaktan korkan,hayatını nasıl yaşayacağını öğrenmek için mistik bir mezhebin keyfi fermanlarının rehberliğini arayan bir adam,muhteşem,kendinden emin bir adam değil, fakat anlık kızgınlık ve belki de bir hainlik hissiyle hırpalanmış trajik derecede çaresiz bir kurbandır.

Fakat akıl prensiplerinin bir satranç tahtasının sınırları ötesinde uygulanamayacağını, onların sadece bir insan icadı olduğunu,dışarıdaki kaosa karşı yetersiz olduklarını,gerçek dünyada hiçbir şansları olmadığını söyleyebilirsiniz. Bu doğru olsa,hiçbirimiz hayatta kalmazdık ve hatta doğmazdık,çünkü insan türü uzun zaman önce yok olurdu. Eğer yukarıda bahsettiğim türden irrasyonel kurallar altında,insanlar bir oyun dahi oynayamazsa nasıl yaşayabilirler? Bir insan icadı olan - daha doğrusu insanın hatası olan - akıl değil,akıl dışılıktır.

Tabiat (realite) satranç kadar mutlakçıdır ve onun kuralları (kanunları) da o kadar çok (hatta daha fazla) değişmezdir - fakat onun kuralları ve kuralların uygulamaları çok,çok daha karmaşıktır ve insan tarafından keşfedilmek zorundadır. Ve tıpkı bir insanın satranç kurallarını ezberleyebileceği, fakat onları uygulamak için kendi aklını kullanmak zorunda olması gibi her insan tabiatın kurallarını uygulamak için,yani başarılı bir şekilde yaşamak için,kendi aklını kullanmak zorundadır.Uzun bir süre önce tüm ustaların büyük ustası bize tabiatın ve hayatın niteliklerinin temel prensiplerini vermiştir.Onun adı Aristo idi.

Aristo prensiplerine dayalı bir toplumda yaşasanız, satranca kaçmak ister miydiniz? Bu ülke, sizin aklınızın gücünü istediğiniz bir boyutta,sonuna kadar kullanabileceğiniz, başarılarınızın ödüllerini alacağınız ve akıl dışı olmayı tercih eden insanların sizi durdurmaya güçlerinin olmadığı ve kendilerinden başka kimseye zarar veremeyecekleri,kuralları nesnel,sıkı ve açık olan bir ülke olurdu. Böyle bir sosyal sistem geliştirilemez,diyorsunuz değil mi? Fakat o geliştirildi ve tam varoluş noktasına yaklaştı - sadece seviyesiz zihniyetler,silahları olan insanlar ve onların cadı doktorları insanların onu bilmesini istemediler. Ona Kapitalizm adı verilmiştir.

Fakat Yoldaş, bu konuda berabere kaldığımızı söyleyebilirsiniz: sizin ülkeniz bu kelimenin anlamını bilmez, ve bugün bizim ülkemizdeki çoğu insanda onu bilmez.

Saygılarımla

Hayatımdan bir hafta

Posted: 24 Ekim 2010 Pazar by Mengüalp in Etiketler:
0





Ptesi: Fırat IEEE ile TTNet'le geleceğini netleştir etkinliği vardı. o gece 3'de yatıp sabah 7'de uyandım. saat 8'de AKM'de olacak şekilde evden çıktım. Saat 9'a kadar gelen 2 misafiri kantine götürüp kahvaltılarını yaptırdım. Bu arada bizim ekip 10:30 gibi AKM'de toparlandı -anti parantez yakalıkları unuttuğum için koştura koştura eve gidip aldım, geldim. Saat 11'e kadar ekipman hazırlandı görevler dağıtıldı ve akşam 6'ye kadar AKM'den çıkjavascript:void(0)madık. O gün eve 8'de geldim, doğal olarak dersleri kaçırmıştım =/. Akşama kadar yemek yada bulaşık, çay vs ile uğraştım. gece 3'e kadar bilgisayar başında oturup uyudum.

Salı: o yorgunlukla öğleden sonra 5'de uyandım. evde bozuk bilgisayar vardı, anakartı sökülmüş 6'ya kadar onu takmaya çalıştım. Anakart kılavuzu olmayınca doğal olarak uzadı. 6'da dersim vardı, kartla uğraşmak için(PowerLed, Power SW, Reset SW, H.D. SW Speaker pinlerini düzgün takamadım) dersi ekip ona da gitmedim. Saat 9'a kadar uğraşıp sonunda vaz geçtik. Akşam 9'dan sonra ertesi gün ki tanışma toplantısı için sunum hazırlayacağımız arkadaşı beklerken yemek yedim. Nihayet 11'de geldi ve sunuma başladık. Sunumu hazırlamamız ve uyumamız epey vakit aldı, elimizde olmayan nedenlerden ötürü. Ppt sunumu sabah 7 gibi bitti. 8 gibi uyuyabildim.

Çarşamba: Sabah saat 11'de uyanıp (3saatlik bi uykuyla) elimdei yükleri alıp, sunumu beraber hazırladığım arkadaşla tanışma toplantısının olduğu salona doğru yolaçıktık. 12-13 arası sunumu yaptık. Sonrasında mühendislik kantininde oturduk. Yorgun olduğumdan, saat 4deki derse de girmeyip eve geldim, biraz dinlendim ve akşam 8'deki derse gittim. Bu gün tarık ve ipek adında bi arkadaşım geldi, -sadece 1tane kişi bunlar- bi güzel yemek yapmışlardı afiyetle yemiştik. he bi de bugün sular kesikti!

Peşembe: akşam 4 gibi uyanıp 5deki derse gittim, bugün bjk-porto maçı olduğu için 8'deki mikro dersine kalamayıp eve döndüm. maç başlamıştı, dışardan yemek söyledik maçı kaybettik, sular hala yoktu. geceye doğru gelmişti. bugün cuma günü olan kontrol labaratuvarı için rapor hazırlamaya başladım. hiç abartmıyorum, saat 3'e kadar oyun oynadım -sadece 2 oyun- arada geyik eğlence şamata gırgır derken 3saat geçivermiş.3'de geçen haftaki föyü okudum ve ne yapmam gerektiğine karar verip, grafik tasarladım okudum araştırdım öğrendim, kontrol hatmi ettim. sabah 7'de her şeyiyle rapor hazırdı.

Cuma: saat 2:45de uyanıp koştura koştura bizim bölüm yolu üzerindeki tek anormal olmayan fotokopiciye gidip çıktı aldım ve deneye çalışmadan gittim :D. deney gereksiz yere bizim sorumlu hocamızın prensipleri nedeniyle 45dk sürecekken tam olarak 120dk ya kadar uzadı!! deneyden çıktım. tabi deney tutanağını fotokopi çektirip birini hocaya birini arkadaşa geri verip eve geldim. salonu toparladım, 3tane masa temizleyip salona koydum, çöpleri dışarı attım, çamaşırlığı düzelttim, tv'yi içeri odama aldım, sıcak su koydum, dışardan yemek söyledim, kısacası akşam başlayacak IEEEXtreme yarışması için gereken ne varsa yapmaya çalıştım(hocalardan yazıcı dilenmek dahil), sonuçta yarışmaya bizim salonda katılacaktık! Unutmadan bitirme ödevim için bi hocayla anlaşma yaptım :). su kaynayınca 1haftalık bulaşığı yıkamaya başladım -ki bu hafta içerindeki tüm bulaşıklardı- yemeğim gelene kadar hepsini köpürttüm. yemek geldi, yemeğim soğudu fakat bulaşıkların başından bitirmeden kalkmadım. yemeğe bilgisayar başında geçtim ki aynı zamanda kendisini önemsemediğimi düşünen kardeşimin gönlünü alayım diye.. onunla sohbet ederken saat biraz ilerledi yarışma için saat 9'da bizim evde buluşacaktık. sayımız 5'e çıkınca evimin önündeki karfura gidip alışveriş abur cubur aldık. eve geldiğimizde baktık ki yarışmaya daha var, bi counter-strike atalım diyip oyuna koyulduk. bitti ve kapattık. saat 3 oldu yarışma başladı kafa patlatmaya başladıktan sonra ortamı biraz fotoğrafladık. sabah 6'ya kadar kafa yorduktan sonra ekibime yiyecek almaya pastaneye gittim, giderken güneş yeni doğuyordu-fotoğrafladım. döndüm çay demledim kahvaltı yaptık. sonra ekip yorgun olduğundan uyumaya gittik. odama geçip biraz FMA izledim, saat 11 gibi uyuyup 4 gibi uyandım. Yarışmayı tamamladık. Dağıldık. Yemek yedim, soğuk bişiler içtim, ev gider hesabı yaptık, biraz dota attım ve tarih-saat şuanda 24.10.2010 C.tesi gecesinden sonraki Pazar günü sabahının 3:27'nin körü ve biraz yorgun hissediyorum kendimi..

Bu yoğunluktan ötürü, yazmaya fırsat bulamıyorum.

Dipnot: Resimkdeki Luffy uyurken yemek yiyebilmektedir. Multitasking'e bir atıftır.

Anında Referandum

Posted: 9 Eylül 2010 Perşembe by Mengüalp in Etiketler:
0

Yeniden Başlat

Posted: 15 Haziran 2010 Salı by Hakan in
0

Yeniden başlama ihtiyacı neden duyar insan? Şu anki denemesinde başarılı olamamıştır çünkü,

akvaryum

Posted: 18 Mayıs 2010 Salı by Bekçi in Etiketler: , ,
1

Zaman zaman insanlar nedense kendilerini zora sokacak kararlar alır. sonrada o kararların gerektirdiklerini bir şekilde temin etmeye çalışır.
Küçüklükten beri balıklara acayip meraklıyımdır (yemek ve izlemek) ve tabiki bundan dolayı geçenlerde bir akvaryum düzenlemek için kararlar aldım. tabi ki işe öncelikle akvaryum araştırarak girdim, ulaşabildiğim dört adet süs balığı satıcına akvaryum fiyatları sordum, aralarında ufak tefeklerinin yanısıra göze çok hoş gelenler de vardı. ammavelakin göze hoş gelenler cebe hoş gelmiyordu.
Mavi dış kaplamalı hoş bir akvaryumu gözüme kestirdim, satıcıya yaklaşarak kaç litre su alabileceğini sordum 40 lt olduğunu söyledi, eh dedim fena değil gerçi ben daha büyük bişi arıyordum ama... neyse sonra asıl can alıcı soruyu sordum. kaç lt ? 75 tl dedi (yuh dedim içimden) bütün hevesim o an kursağımda kaldı. çünkü hacmine göre pahallı geldi. dedim neden böyle. dedi ki camı tek parçaymış ve ülkemizde üretilmeyip ecnebi memleketlerden satın alınıyormuş. dende gittim az biraz kenarduran bir camcıya sordum dedim 50-40-30 luk bir akvaryumu kaça yaprsın dediki 25 tl :D beşmilimlik camla fena bir fikir gibi gelmedi içini suyla doldurunca açılacağından korktum ama öyle biş de olmadı şimdik. sonuç olarak ilerde olurda akvaryum almak gibi bbir niyetiniz olursa böyle bir çeşitte mevcut. ama görüntü olarak herkesin beklentilerini karşılayacağınıda söyleyemem :) not : akvaryum boyutlatını 50_40_30 seçmek çok iyi bir fikir değilmiş sanırım 35cm den fazla yükseklik ve 25cm den fazla en olmasa daha iyi olabilir :)


lüzümsuz

Özür Dilerim

Posted: by Hakan in Etiketler:
1

Senden ve diğer bütün insanlardan. Aptallıklarım için, kendimi kaybetmişliklerim için özür dilerim. Kendimden özür dilerim. Bedenimden ve içime tıktığım ruhumdan özür dilerim. Benim için fedakarlık yapanlardan özür dilerim. Özür dilerim kendime layık bir beden olamıyorum. Mükemmeliyet ve yok olmanın arasındaki kuşağın içinde savaşmayı kestiğim için özür dilerim. Hayata karşı durmayıp, çeyrek asırdır havadaki oksijeni tüketip yerine boş vermişlik verdiğim için. Yeteneklerimden özür dilerim, henüz onları keşfetmediğim ve hiç bir zaman keşfetmeye çalışmadığım için. Bedenimi oradan oraya taşıyıp sadece tüketim yaptığım için özür dilerim. İnsanlığa insanlık katmayıp sadece sıramı savdığım için özür dilerim.


Geçmiş pişmanlıklarla dolu. Durup düşündükçe kafamda fırtınalar kopuyor. Öyle ansızın... Bulaşık yıkarken bile, yolda yürürken bile avazım çıktığınca geçmişimden özür dilemek istiyorum. Lanet olsun buna. Lanet olsun ki çeyrek asırdır hiç de hayallerimi süslemeyen bir herifin bedeninde yer kaplıyorum. Maalesef ki artık bunu kabul etmeye başlıyorum. Özür dilerim kendimden. Artık pes ediyorum. Galiba...



Hamam Böceği hayranlığı

Posted: 13 Mayıs 2010 Perşembe by Hakan in Etiketler:
0


Merhaba sevgili hamam böceği severler,

"Bunları biliyor musunuz" başlıkları altında yıllarca bir çok değişik bilgi duyduk. Bazıları var ki hemen her listede karşımıza çıkar. Kargalar 200 yıl yaşar, zıplayamayan tek canlı fildir, bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı falan fişman. Listenin olmazsa olmazlarından "hamam böcekleri radyasyondan etkilenmez" bilgisi hemen herkesin takdirini toplamıştır. Ancak gelin görün ki magazin listelerinde taraflı tarafsız her kesimden alkış alan hamam böcekleri , günlük hayatımızda karşımızda çıktığında acımasızca eleştrilip, ayakkabı basıncına maaruz bırakılmaktadır. Efendim mesajım hamam böceklerini sevin sayın değil tabii ki.

Nasıl oluyor da bu kara kuru şey etkilenmiyor radyasyondan diyerek sizin yerinize kaba taslak bir araştırma yaptım. Bu hamam böceği denen adamın meşhur kitin denen kabuğunda - ki bu kabuk çoğu böcekte var - özel bir protein bulunmakta. Hamam böceğini koruyan da bu protein maddesi. Kanımca bu proteinin yanı sıra bu herifin yapısının da oldukça basit olması onun dayanıklılığını arttırıyor. Öyle ki vücudunun bütün parçaları kendi kafasına göre çalışıyormuş gibi. Kalbi dursa bile sorun yok. Yaşamaya devam. Kafası kopsa yine devam. Suya batır nefes alamasın yine devam. Öyleki dişi hamam böcekleri öldüklerinde bile yumurtalarını bırakabiliyor. Unstoppable!!! Yılda 10 kez yumurtlarlar ve bazı türlerindeki dişilerin ömürleri boyunca bir kez döllenmeleri yeterli oluyor.

Bütün bunları yapan bir böceğe radyasyon nasıl işlesin sorarım size.

Kapşon

Posted: 26 Nisan 2010 Pazartesi by Daisy in Etiketler: , , , , , ,
0

Bu gün daha birinci sınıf olduğumuzdan aldığımız Türk Dili dersinin sunumunu yaptım.Ben de bu konuda isyan ettiğimden biraz bahsedeyim yaşadıklarım hakkında.

Hoca topluluk karşısında daha rahat hareket edebilme ve konuşabilmeyi aramızda geliştirmeye amaçladığından(!) herkesin belli bir konuda bir şeyler anlatmasını istedi.Efendime söyleyeyim her türden anlatımımız mevcuttu yarabbi şükür.

Benim konumsa şemsiyeydi ve bu konuda hiç bir not kaygısı yaşamıyordum.Bana yıllar önce çok şey öğreten ağzı olmadan konuşan şemsiye.Herkesin 1 günde hazırlayıp anlattığı benimse 5 sene üstüne her dakika bir şeyler katarak düşündüğüm, gözlemlediğim eşya.Şemsiyenin insanların sadece bir eşya olarak gördüğü ama insanlara ne kadar çok şey anlattığını anlattım.Jonas Hanway'in hiç bir erkeğin şemsiye taşımadığı zamanlarda bunun kötü bir şey olmadığını herkesin kötü bakışlarını umursamadan taşıdığını anlattım.Yağmurda şemsiyesini açmayan bir adamın bize neler düşündürebileceğini, beyaz bulutlardan yağmur yağma endişesiyle işini garantiye alan memur amcadan bahsettim, sabahleyin herkesin şemsiye taşımasının bize getireceği zorluklardan veya şemsiyenin tek kişi tarafından kullanılmaya uygun üretildiği halde neden yanımızda bulunan kişiyi de onun altına alma refleksimizden ve bu çarpık eğitim sisteminin bana bilmeden sorgulama, gözlemleme yeteneğimi bu şemsiye sayesinde kazandığımı anlattım.En önemlisi bu gördüğünüz önemsiz eşyayı ben 10 dk anlatabiliyorsam veya onun hakkında bir şeyler düşünebiliyorsam bir insan hakkında neler anlatılabileceğini ve düşünülebileceğini anlattım.

Anlattıklarımdan emin olun iki saatlik daha konuşma konusu çıkabilirdi.Hatta 3-4 kişi olsak bunu saatlerce konuşabileceğimizden de eminim.Konuşmam bittiğinde bir TÜRK DİLİ hocasının tepkisinin ne olamasını beklersiniz.Tahminleri alalım "fazla sembolist olmuş" veya "hayalperestçe yaklaşmışsın" evet bunlar makul eleştiriler ancak bizim TÜRK DİLİ hocamızın verdiği tepki."Bundan sonra şemsiye taşımazsın kapşonlu kıyafet giyersin" (veya aynısının 1.0.0.0.0.0.1 versiyonu)

Şimdi ben burda sistemin bana hocaya cevap vermemi engellemesine mi isyan edeyim, yoksa bu kadar sorgulamaya uzak yetiştirilmiş bir neslin hocada yarattığı etkiye mi isyan edeyim, yoksa üniversitede okumamıza rağmen bu sorgulama yeteneğimizin taktir almamasına mı isyan edeyim, yoksa....

Siz Hiç İsyan Ettiniz mi?

Posted: by Mengüalp in Etiketler:
5

Sıradan bir gün, her ne kadar p.tesi olsa da dünden bir farkı yok şu anda benim için. Neden mi? İşte neden:
Günleri bir birinden ayırt edebilmek için kol saatime bakıyorum. Fakat işleyiş gün ve gün ilerlemektense, olay ardı ardına olaylar silsilesiyle ilerliyor. Bir ödevi bitirip verilmesi gereken bir evrağı yazmaya başlamakla süre geliyor. Evrak bitiyor, başvuru geliyor, başvuru bitiyor, zorunlu rem uykusu evresi geliyor, uyuyorsun boşa zaman geçiyor. O da yetmiyor, sıkılıp uğraş arıyorsun, bir de bakmışsın seni tek rahatlatan şeylere yöneliyorsun: her şeyini paylaşabildiğin bilgisayar ortamına. Vakit geçirirken bir de bakmışsın sorumluluklarını kendin planlarken aptal saptal dış etmenli fikirler kendi çöplüklerinde öterken sana zarar veriyor, dur diyemiyorsun, çünkü 'dur' nedir bilmiyorlar. Kısır döngü anlayacağın.

İsyanım vardı hani bu zihniyete, bilgisizliğe, yetiştirilmeye, mantık denilen o basit düşünce kapasitesine, bilinene uzanan o basit araştırıp öğrenme güdüsüne, belkide defter köşelerinde bile yazılı olan iki satır kalem çiziktirmesini okuyup on saniye bakıp da anlamak için uğraşmayan kör, kara cahil, bodos, aşağılık zihniyete. Neyden kaçıyorsun? Kendinden mi, doğrulardan mı (!)?

Paranoyanın Tedavisi var mı?

Posted: 21 Nisan 2010 Çarşamba by mavi in Etiketler: ,
0

Tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi yok tedavisi yok

Tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi yok tedavisi yok

Tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi var mı tedavisi yok

Cır cır böceği geldi önüme cır cır cır. Ateş böceği geldi yanıma ateş ateş ateş. Yanmadım burası soğuk sol kolumun bir kısmı açık sağ kolumun bir kısmı açık. Baba neden anneme tabakları toplamasında yardım ediyorsun? İçinden mi geldi? Yoksa acıdın mı ona? Anne tabakları toplamak çok kolay biliyorum kendini acındırma. Lay lay lom. Paranoyak bir beynim var ama akıl hastalığı değilmiş doktorlar öyle söylüyor. Ama ben bunu kimseye söylemem. Hişşşşşşş susssssssssss. Kimse duymasın. Yoldan geçen kızlara söyleseydim bağırıp kaçarlardı. Doktor tavsiye: Sokaktaki kızlara asıl.... Sen asılmazsan başkası asılır. Her insan gibi kötüyüm. Ne eksik ne fazla. Eğer gerçekten anarşistseniz bayım, insanların monoton hayatlarına renk katmak yerine onların monoton hayatlarını sevmelerini sağlamak yerine onlara monoton hayatlarının ne kadar sıkıcı olduğunu gösterirsiniz. Onların kafasına kocaman bir soru işareti koyarsınız: Ben bunun için mi geldim dünyaya?

Sevdiğim bir arkadaşım bir yazarın sözünü okumuş hayata ölmek için geldik mi ne. Bu söz gelecek kaygısını bitirmiyor mu? Çocuğum ilerde ne olacaksın: Doktor. Ya sen: Ölü. Aferim ikinci çocuk bildi.

Yaşarken insalığa yardım etmek? Neye neye?

Doğayı korumak? Koru bakalım. İyice koru ki bundan sonra gelecek nesiller içine edebilsin.

Hayvanları savunmayın yeter. Aslanlar gördüm yemeklerini öldürmeden önce onunla oyun oynayan. Aslanlar gördüm küçük aslanları ilerde kendilerine rakip olmasın diye öldüren, anneleri kendileriyle çiftleşsin diye öldüren. Hayvanları savunuyorsanız çocuğunuzu öldürmeme izin verin.

İnsanlık burda mı devreye giriyor? İnsalar gördüm tanımadıkları insanları sırf zevk olsun diye öldüren...

Hakk'ımızda Kısmı

Posted: 19 Nisan 2010 Pazartesi by Mengüalp in Etiketler:
0

Büyük Patlama Toplantısı - Polilog

Posted: by Mengüalp in Etiketler:
0

Toplantıyı kaçıranlar, blog hakkındaki duruşumuzu anlamak isteyenler ya da hiçbirisi umrunda olmayıp da bakayım bi şuna diyenler, buyrunuz;

18 Nisan 2010

[21:34] OmerFaruk: mengü
nerdesin??
[21:34] Sör Mürver: efendimk
burdayım
[21:34] OmerFaruk: yazar buldum
:)
[21:34] Sör Mürver: bende:Ç
[21:34] oğuz: estafurlah aheh
[21:34] Sör Mürver: mrblar
[21:34] OmerFaruk: oğuz
bu mengü
[21:34] oğuz: merhaba mengü
[21:35] Sör Mürver: merhaba memnun oldum efenim

Tokyo'da kanat çırpan bir kelebek, California'da kasırgalara neden olabilir

Posted: 18 Nisan 2010 Pazar by mavi in Etiketler:
2

Ben bugün pasta yediğim için dünya eskisi gibi olmayacak. Otobüste bir kızla göz göze geldiğim için dünya eskisi gibi olmayacak. Bir kediyi sevdiğim için dünya eskisi gibi olmayacak. Yaptığımız her hareket dünyayı değiştiriyor. Biz de bir kelebeğiz ve sürekli kanat çırpıyoruz. Ben bu yazıyı yazdığım için dünya değişecek. Dünyayı değiştirmek gibi bir amacım yok. O kendisi sürekli değişim içerisinde ve benim hareketlerim onu şekillendiriyor.

Bundan iki bin yıl önce olimposta yaşayan biri dünyanın kapitalist bir düzene doğru gittiğini görmüş müdür? Sanmıyorum. Biz kimiz ki bundan sonra olabilecekleri kestirelim? Bizim hareketlerimizle şekillenen gelecek gün ve gün yaklaşıyor. Bundan iki bin yıl sonraki dünya düzeni bizim hareketlerimize bağlı. Üstelik yapmak istediklerimizi yapmaktan başka yapmamız gereken bir şey de yok. Dünya bizim hareketlerimizle şekilleniyor.

Günün birinde elektriğin yokolmasıyla internet ortamında yazılan yazıların tamamının kaybolacağı öngörürsek neden kaybolması kesin olan bir yazı yazıyorsun diyeceksiniz. Canım kanat çırpmak istedi.

Kaybolana kadar okunması dileğiyle.

Yeni Çağ'da Etkileşim - Dialog

Posted: 17 Nisan 2010 Cumartesi by Mengüalp in Etiketler: ,
0

"Abi, ne biliyo musun, benim hayatımda en korktuğum şey aptal çıkmaktır, düz aptal, embesil gibi. Acayip, sahiden korku budur yani."


Mengüalp: feedbacki olan insan sağlam çıkar bence.(bugün acayip tartışasım var sanırım :D)


Ömer:Delusion diye de bi şey var ama, sana fact gibi gelen aslında sadece bi yanılsama olabilir, her zaman bu ihtimal var.


Mengüalp: Evet, tam olarak bu ihtimali göz önünde bulundurma olasılığı da gerekli(bkz: her zaman şüpeyle karşıya yaklaşmak.)
o zaman bir öneri, ben birinci mertebeden basamak girişiyle ilk yorumu yaptıysam, hata payım 1/K'dır. 2.Mertebeden bir fonksiyon haline gelirsem, ki bunun için biraz daha fırınlı ekmeklerden lazım - ama olsun- hata payı 0 olacaktır. => Kendi habitatlarımızda fact gelen şeylerin, reelde fact olup olmadığını anlayabiliriz böylelikle. Nasıl?


Ömer:Kainatta matematik düzen olduğu medeniyetin en büyük palavrası değilse tamam.


Mengüalp: Yanlız z-domeniyle matematiğin bir adım önüne geçmiş olmuyor muyuz zaten?


Ömer:Bir yalandan ilerleyerek de mi olsa?


Mengüalp: mutlak doğru referans alınarak gösterilebiliyorsa, evet matematik yalan olsa bile, çalışan çabalayan şahıs azıcık da zekasıyla aptala çıkmaz, kısaca çıkmazsın Ömer Abi


Ömer:Peki "çalışmak, çabalamak" doğru düzlemde ilerlemiyosa, hesaba katılır mı?


Mengüalp: işte bunu Mahzen-i Evrak farklıya kendim refere ederek, doğru düzlemde olduğunu söyleyerek, el cevap veriyorum :)


Ömer:Sen imanında ikrar ettin."

sonuçsuz2

Posted: 9 Nisan 2010 Cuma by Bekçi in Etiketler: , ,
1

Toplumların refahı her zaman kölelerine bağlıdır. En iyi basamaklık yapan kölelerin olduğu toplumlar nedense; insan algısında daha şaşalı, daha yıkılamaz, daha hürmet edilecek topluluklar olarak yer bulmuştur. Dünyada (insanlarda) var olan güçlenme eğilimi çoğunlukla yöneticileri bir çeşit köle arayışına itmiş, aradıklarını bulanlar bile bu arayışlarını daha fazla bir susamışlıkla sürdürmeye devam etmiştir. Eski tarihlerde kendi halkını ve çevresinden topladığı güçsüzleri köle olarak kullanan düşüncenin sahiplerlerinin kafaları, bir zaman sonra kullanmaya çalıştıklarının kafalarıyla yer değiştirmişse de fikir hep yerinde kalmıştır. Düşünce olarak güç dengesini algılayanlar, kendi değişimlerinden kaynaklanan köle açığının bir şekilde doldurulması fikrini benimsemiştir. Yöneticiler bir müddet eldeki stok ürünü kullanılmışsa da varlığını belli eden kıtlık yöneticileri yeni üretim yöntemleri geliştirmeye zorlamıştır. Geliştirilen en değerli yöntemde insanları bir köle olarak eğitmektir. Bu yöntemde insanların algılarına o denli nüfuz edilir ki, şahısın sadece onların gösterdiği doğrultuda ilerlemesi sağlanır. Bu yöntem bazı çizgi filmlerde genellikle atları yönetmek için kullanılan "havuç" yöntemiyle aynı özelliktedir… “ bu algıya sahip insanlar farklı bir düşünceyle karşılaşınca aşırı tepki verirler ve genellikle onu bir şekilde yok etmek isterler. Kendilerinden garip bir biçimde literatürün dışında bir fikir çıkarsa da sanki herkesin kendilerini izlediği sessiz bir tiyatro sahnesinde osurumuşcasına utanırlar” “ böyle eğitilmiş insanlar toplu bulununca genel olarak o sahnedekine önce gülerler sonra araya iki lüzumsuz söz daha sıkıştırarak alay ederler” birinci “” işaretlerin içindeki kölelik algısı ikici “” işaretlerinin içinde efendiyi koruma algısına dönüşür…

lüzumsuz

REKLAMLARRRR

Posted: 5 Nisan 2010 Pazartesi by ahmetnur in Etiketler: , , , , ,
1


Efendim biraz hamallık biraz yardım derken ilk küçük çapta organizasyonumu gerçekleştirmiş bulunmaktayım. ve iftiharla sunuyorum :)))

Efendim ağaçları temininde büyük emeği geçen ibrahim abiye çukurları açmama yardım eden yavuzuma yakubuma bilalime zafer abime en içten teşekkür eder emeği geçen ve beni yalnız bırakmayan gazetede ismi çıksın :)) çıkmasın tüm dostlarıma teşşekkür ederim.

ayrıca gazete herkesin birer ağacı oldu densede yarım metreyi aşkın 140 sedir ağacı dikilmiştir....

Clash of the Titans

Posted: 4 Nisan 2010 Pazar by S.T.K. in Etiketler:
2


Mitolojik karakterlerin neredeyse hepsinin sokuşturulmaya çalışıldığı bu filme senaryo açısından bir süpriz beklentisiyle gitmeyin.Filmin daha başlarında anlatılıyor nasıl bir yolculuğa çıkılacağı.Mitolojiyi okumuş insanlar için film sadece aksiyon ve hayali karakterleri bilgisayar destekli görme imkanı.Ayrıntılar açısından güzel bir film olmasına rağmen özellikle aksiyon sahnelerinde stop motion tekniği çokça kullanılmış.Buna rağmen hareketli yerlerde kamerayı aşırı hareketli kullanan yönetmen seyirciyi bu sahnelerde yoruyor ve gereksiz bir gerilime sokuyor.Senaryoda da bazı açıklar var.Orjinali olan 1981 yapımı filmi izlemediğim için bir kıyaslama yapamıyorum fakat altın baykuşun filme katkısını anlayabilmiş değilim!Tabi bunlar gözardı edilirse en azından deneyimli oyuncular sayesinde, özellikle Liam Neeson ve Ralph Fiennes'ın karakterleri sergilemekteki başarıları popcorn görünümündeki filme az da olsa ciddiyet kazandırmış.Ayrıca Hollywood'un yükselen aksiyon yıldızı Sam Worthington (Avatar , Terminator Salvation)'un karaktere uyumuda başarılı.Görsel efektlerdeki titiz çalışmada fark edilir düzeyde.Mitolojiden hoşlanan arkadaşlar için bir buçuk saatinizi harcayabileceğiniz bir film sizi bekliyor...

sonuçsuz

Posted: by Bekçi in Etiketler: , ,
3

Yetişme tarzımız ve yeteneklerimiz bizim özümüzü oluşturuyor, yada ben hala öyle sanan saflardanım. Reddetme hakkı varsa ya da kabullenme, ki bu kavramla da kafaları kurcalamak istememekteyim. Aslında çoğunluk sadece, Şimdi için, kabullenmişlik varsayımıyla, bir kimya ya da fizik terimi olarak “laboratuar koşullarında” bir sahiplenmeyle yaşamakta, yaşamak isteğini. Özlerden uzakta (biliyorum çok bayağı olacak ama) sözde olan amaçlar, sadece göze hitap eden duruşlarla, ruhtan bağımsız bir makine haline gelen insanlık, kendi elleriyle çok güzel görünen bir buzdan heykel yapma telaşında. Bu telaş; kendi eliyle ve sadece kendi gözüne güzel görünen kavramıyla sınırlı. Açıkçası mevcut sistem bu durum destekler cinsten, garip bir esnekliğe sahip. Hayal edilebileceği üzere eleştirsin eleştirmesin her kes (bizler) bir biçimde sistemin bir noktasında, kafa komunda olmasa da bir tırnak, bir kirpik durumunda, olayın içinde...

lüzümsuz

Gizemini Kaybetmeyen Satranç

Posted: by Mengüalp in Etiketler:
0


İnsanoğlunun kaç bin yıldır satranç oynadığı tam bilinmez ama kadim uygarlıkların birçoğunun bu oyunu oynadığı kabul ediliyor.Bizatihi karşılıklı oynanan çok ciddi bir strateji oyunu olmakla birlikte, savaşan iki devletin aralarındaki soğuk savaşta elde ettikleri kazanç-kayıplar ve gizli-açık stratejilerde hep mecazen de satranç taşları veya hamlelerinden sıklıkla bahsedilir.
Yani aslında kişisel olarak sadece iki kişi(veya daha fazla rakip arasında) arasında oynanan  bir beyin savaşı değil, aynı zamanda iki toplum ,iki millet, iki şehir veya iki devlet (veya daha fazla birbirine rakip İKİ TOPLULUK) arasındaki soğuk savaşı da anlatan mecaz terimler hep satranç hamleleri,taşları veya oyun stratejilerinden alınmadır.

Staj Yeri Anketim

Posted: 3 Nisan 2010 Cumartesi by Mengüalp in Etiketler:
0

Loreathan'ın Fantastik Dünyası

Posted: 1 Nisan 2010 Perşembe by Mengüalp in Etiketler:
1

Bilmiyorum ne kadar ilginizi çeker ama ben hayran kaldım bu bloga, sanırsam yaklaşık dört saattir içindeki yazıları okuyorum. İçeride fantastik türden(!) bulabileceğiniz bir sürü şey var, onun dışında günce yazıları, anılar vs.. Kesinlikle girip bakmanızı tavsiye ederim. Bu da ilk blog tanıtımı yazımız olsun.

İspanyada çocuklara verilen basitleştirilmiş cinsellik eğitimi

Posted: 31 Mart 2010 Çarşamba by S.T.K. in
0

Senin Jeton Köşeli Yanılgısı

Posted: 30 Mart 2010 Salı by Mengüalp in Etiketler:
0

Kısa ve öz olarak, espri yapınca veya bir şeyler anlatırken anlaşılmayınca(anlatamayınca), genelde "senin jeton köşeli mi?" gibilerinden şeyler söylerler. Bence değil, tamamen yanlıştır.İşte açıklaması;

Jeton:
Jeton normalde yuvarlağa yakın bir şekle sahiptir. Ama esprideki mantık şudur; jetonun köşeli olmasıyla beraber ankesörlü telefonlardan içeri jeton düşmez.






Elf Alfabesi

Posted: by Mengüalp in Etiketler:
6

1'e 2 yanılgısı

Posted: 29 Mart 2010 Pazartesi by Hakan in Etiketler: , , ,
7

Merhaba sevgili pirinç pilavı severler.
Sofralarımızın olmazsa olmazlarından biri olan pirinç pilavını bilmeyeniniz yoktur. Gelgelelim bu pirinç nimetini pilav haline getirmek her babayiğidin harcı değil. Nesi var bunu yapmanın deyip de eline yüzüne bulaştıran milyonlarca insan tanıyorum.
Hatırı sayılır sayıda pirinç pilavını mundar etmiş biri olarak tespit ettiğim bazı püf noktaları sizlerle paylaşarak binlerce kilo pirincin ziyan olmasını engelleyerek ülke ekonomisine büyük katkı yapmayı planlıyorum.
Öncelikle pilavımızı kaç kişilik yapacağımıza karar vermeliyiz. 2 bardak pirinç 4 kişiye yetmekte. Ancak öğrenciyseniz ve yiyecek başka bişey yoksa bu rakamı 3 yapabilirsiniz. Daha fazla olmasın ve pirincin su çekip büyüyeceğini unutmayın. Farz-i misal 2 bardak pirincimizi ayırdık. Bunu öncelikle büyükçene bir kapta tekrar tekrar yıkıyoruz. Artık pirincimizden gelen beyazlık yeterince azalınca sızması için bir kenera bırakıyoruz. Süzgeciniz yoksa pirinci kabın bir kenarına yığın ve kabın pirinci yığdığınız tarafını bir tahta veya kaşık yardımıyla yükselterek suyun alçak ve boş tarafa sızmasını sağlayabilirsiniz.

Güç Kırıntısı

Posted: 28 Mart 2010 Pazar by Daisy in
3

Güç kırıntısı nedir?Güç kırıntısı nasıl koca bir güce dönüşebilir?Bunu kim yapabilir?

Buna filmlerde çok rastlıyoruz.Kötü adamlar, esas adamımızı döver, döver artık bizimkinin ağzı yüzü dağılmıştır.Belki beni öldür diye yalvarıyordur yada adamın yüzüne kanlı bir tükürük atar ama bizim kötü adamlar hemen öldürmez belki öldür diye yalvarması hoşuna gitmiştir.Belki de yüzüne tükürdüğü için iyice sinirlendirmiştir.Ona bir ara fırsat verir.Vurmayı keser artık adama konuşmaya başlarlar yada sadece bizim adam konuşur ama vurmayı keser artık.O işte o aralık var ya bizim adamımıza metafiziksel bir güç gelir hepsini aşağı indirir veya o aralıkta eline kesici bir şeyler gelir onu adamın kafaya saplar.Sırf verdiği o aralık yüzünden.Hemen öldürmediği için.Belki içten içe vicdan azabı çektiğinden vurmayı kesmiştir yada onu öldürmek için geçerli nedenlerini sıralıyordur esas adama ama o arayı vermiştir.Bizim esas adamımızda sıradan biri değildir o arayı kendi umduğumdan bile daha iyi değerlendirmiştir.

Bu sadece filmlerde olmuyor.Gerçek hayatta da oluyor.Bazen bir insanın sizin hakkında ne düşünmemesi gerektiğini planlarken onu tek başına bırakmak onun sizin hakkında ne düşünmemesi gerektiğini ve sizin onun hakkında neden böyle düşünmemesi gerektiğini gerektiren düşünceyi bile bulmasını sağlıyor.Buda gücünün son kırıntısında ona farklı bir koz getiriyor.İşte böyle durumlar da onu yalnız bırakmamak dikkatini farklı yerlere çekerek onu konudan uzaklaştırmak gerekiyor.

Nicola Tesla vs Thomas Alva Edison

Posted: 27 Mart 2010 Cumartesi by Hakan in Etiketler: ,
1

Merhaba sevgili biografi severler.

Dünya üzerinde bazı icatlar vardır ki rutin yaşamın seyrini derinden etkilemiştir. Ateşin icadından tutun da elektriğin icadına takibinde yarı iletkenler ve internete kadar uzanan müthiş seri kuşkusuz insanoğlunun var oluşundan bu yana gelen devrim niteliğindeki icadlardan sadece bir kaçı.

Gelmiş geçmiş en büyük mucit kimdir tam olarak bilinmez ama herkes "bence" diye başlayan cümlelerle birilerini ortaya atabilir.Benim bencem kıymetli dostum Nicola Tesla.

Depremi Canlı Canlı Yaşamak

Posted: 25 Mart 2010 Perşembe by Mengüalp in Etiketler:
0



Tamam, 17 Ağustos veya 12 Kasım depremini yaşamadım ben. Ama ben Elazığ'da 08.03.2010 tarihinde, sabah 4:30'dan, 19:00'a kadar 6's ARTÇI OLMAMAK üzere, 75'e yakın sinüsoydal depremler dizesini yaşadım.
Asıl demek istediğim depremlerin oluşuyla beraber, ortamdaki psikoloji. Deprem her zaman, her yerde olabilir.

13

Posted: 24 Mart 2010 Çarşamba by Hakan in Etiketler:
3

Merhaba sevgili 13 severler.
Zaman çok çabuk akıp geçiyor. Bundan falanca yıl öncesine kadar uçakla seyahat süper lüks bir tercihken şimdilerde biraz zamanlı bir rezervasyonla oldukça ekonomik şekilde uçak seyahat edebiliyoruz. Ne mutlu bize. Bahsi geçen ekonomik seferlerin birinde bilet numaramı kontrol ede ede uçakta yerimi bulmaya çalışıyordum. 7, 8, 10D, 12A, 14F,15... Biran duraksayıp geriye baktım. Evet 13 numaralı koltuk yoktu. Hay ben sizin batılınıza diyip kulaklarını çınlattıktan sonra falanca köşede yerime oturdum. THY gibi halen varlığından gurur duyduğum bir firmanın böyle bir tercihte bulunması oldukça şaşırtıcı geldi bana.
Meşhur 13'ü bilmeyen yoktur. Hırıstiyanlıkta 13.cü bilmem ne Hz. İsa'yı falan fişman. Ya birader bir deli kuyuya taş atmış 6 milyar insan çıkartamamış. Tonlarca ağırlıktaki uçağı kaldıracak teknolojiyi üretiyoruz ama 13'ü koltuk numaralarına ekleyemiyoruz. Uçağı THY üretmedi tabi ki. Boeing firması üretirken öyle uygun görmüş.
Merak ettim haliyle neden koca koca insanlar 13 rakamını üstüne bu kadar düşmüş. İnternette kabaca arşivleri kurcaladım. Bir kaçını sizlerle paylaşayım.
İşte meşhur 13'lerin bazıları:
- 13 Mart 2002 Roma Gs maçı: Çok pis dayak yemiştik o maçtan sonra. :)
- 13 Ağustos 2009 Benzin zammı
- 13 Aralık 2008 Barça R.Madrid maçı: Etoo attı Barça kazandı. Real yasta
- 13 Ekim 1927 Turgut Özal doğdu.
- 13 Ekim 1972 And Dağları uçak kazası: 45 kişiden hayatta kalan 16 kişi ölülerin etlerini yiyerek 2 ay hayatta kalmıştır. Bu tarih aynı anda Cuma gününe denk gelmektedir ki bu 13'ün kerametini katmerliyor.
-13 Mart 2008 YouTube a erişimin engellenmesi: Türkiyede hayat durdu, kaos başladı.
-13 Şubat'ta terkedilmek: Bu lanetlerin en büyüğü olsa gerek. Ya da iyi bişey, hediye almaktan kurtuluyor insan.
- 571 (5+7+1=13) Hz Muhammed'in doğum yılı
-1453 (1+4+5+3=13) Ulubatlı Hasan'ın ölümü
Bu yazıyı yazdığım tarih de ilginç. Devlet Bahçeli üsulü bir hesap yaparsak 24.04.2010 (2+4+4+2+1=13) ve milliyetçi hareket partisinin 40. yıl dönümüüüüü..
Not: Aynı THY uçağı Türklere özgü bir inanç olan nazar boncuğunu da uçağın girişinde asmış bulunmaktaydı.

Posted: 22 Mart 2010 Pazartesi by ahmetnur in Etiketler: ,
3


Tanrının Kitabı

The Book Of Eli 

Efendim Yeni konumuz Tanrının Kitabı.  filmi bir merak içinde nette yorumları okuduktan sonra gittim. ama boşa gitmişiz. Eleman kahraman takmış kulağına ipodo u çöle dönmüş dünyada seyehata çıkmış!!  Meğersem sırtındaki çantasında incil varmış. mahvormuş dünyada tüm kitaplar yanmış yok etmişler falan fisman.. ve kahramanımızda dünyada son kalan incilimizi de batıya götürüyormuş. içinden gelen ses ile :))  hehehehe neyse kahramanımız yol üzerinde bir kasabadan geçer iken şehrin kabadayısına toslar meğersem oda incil i alıp dünyaya hükmetmek istermiş falan fisman yine . sonra bunlar kapışır. kahraman incili bırakır adama. gider batıya dünyada son kalan insanlardan bir kısmı organize olmuş dünyayı tekrar dan yeni bir düzene kavuşturmak isterler. matbaaları falanları da var... anlarsınız ya.

 sonra bu adam kitabı kaptırmıştı ya  meğersem adam hafızmış kitap ta alkadras baskısı imiş hehehe . Salakça bir film sonuçta gitmeyin. yazık edersiniz paranıza ne aksiyon. ne gerilim. ne romantik ne porno unsur :)) nede  başka birşey var. gayet sıkıcı saçma sapan bir filmm.

kabadayıda elindeki körlele yönelik incil ile baş başa kalır hehehehe :))

The Fourth Kind

Posted: by S.T.K. in Etiketler:
0

Filme dışarıdan bakıldığında veya fragmanları izlenildiğinde değişik bir konusu olan , gerçek bir hayat hikayesinin yanında gerçek video ve ses kayıtlarını barındıran, hatta bu kayıtları filmle birleştirip ekranı ikiye ayırmak suretiyle ufakta olsa bir belgesel havası yaratılmaya çalışılan benzerlerinden farklı bir çalışma olarak görülebilir.Ancak araştırılıp incelendiğinde filmdeki gerçek kayıt diye verilen görüntülerinde kurmaca olduğu ve olayların başından geçtiği iddia edilen kadının bile bir oyuncu olduğu ortaya çıkıyor.Bütün bunları gözardı edip filmi ele alacak olursak değişik kamera açıları, genelde uzakdoğu korku filmlerinde kullanılan el kamerası çekimler ve sahnelere uygun müzikleri ile ürkütücü bir film görüntüsü veriyor The Fourth Kind.Tabi filmin gidişatına göre tahmin ettiğiniz konudan çok farklı bir konuyada dönüş yapıyor.İzlediğiniz zaman bazı süprizlere hazır olun.

Posted: 21 Mart 2010 Pazar by ahmetnur in
4

Efendiler tamam bu ülke darbeler gördü e muhturalar gördü beşiktaşın 7 dene yediğinin bile gördü ama bu kadarını görmedi. efendiler durmadan yeni isimleriniz türüyor yawwww...

 takma isimleriniz değişir de bu kadar da çok değil yaww.. ve neden takma isme  ihtiyaç var???....

sanki meeemmmuurrrsssunnnuuzzz :)) da korkularınız var sanıcam :))

yok yani Lostun 4 Atlısı ünlüüüüüüüüü olduda bi ne oldu  bakın ama vatandaş burda  http://www.facebook.com/pages/Pinar-Batum/84137680080 burada http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=p%C4%B1nar%20batum ve burada http://www.pinarbatum.com/

takma isme
yapışaklı isme
yapancı isme "ömer ne olur birşey deme" :))

HAYIRRR kampanyası başlattım...

bakın yoksa sizi ifşa ederim  buralarda ... :))



bu arada cidden yukarıda foto da anlaşılacağı üzere kimin kim olduğunu anlamakta zorluk çekiyorum.
derdim bu yani...

bu arada ben takma isim dedim de bir sonraki yazımın konusu bu olacak

MJ Dancer - Süprizli Video

Posted: by Mengüalp in Etiketler:
2

Kurgu güzel, yetenek de var, özellikle hintli arkadaşın mimikleri mükemmel.

MJ Dancers from Mengüalp Yavaşoğlu on Vimeo.

Ode to My Family - Güfte Uyarlaması

Posted: by Mengüalp in Etiketler:
3

Herkesin vardır kendince uydurduğu şeyler, buda yolda muhabbet ederken benim birkaç sözle mırıldandığım bir şarkı. Devamını getirmek istedim ve sizlerle paylaşıyorum.



Dün cünüptük
Dün cünüptük
Dün cünüptük
Dün cünüüptük
Dün cünüptük
Dün cünüptük
Dün cünüptük
Dün cünüüptük
************
Underground siterlin(£) çalıyo Aysel
Don Turner ev,..ey! fare mi??
kazasker spin halflife, ohh diyıırr
yoğurdun mu Ogre'yi
duyusiiiğn miiiğ
duyusiiğn dimiğğ
duyusiiğn sandığn kıskandın değmiğ
duygu not istiyo, duygu not diiğmiğ
bu senin araban kayıyor?
************
Ulan hepiniiz!Nerdeydiniz len vazoyla, Andrew give it to them!
Kaz ve Etibör yeriz diyk
Tuhh, senin zevki sefan, n'Teykif diken
Koymadııııığn,koymadııııığn, şiii kokmiğğ
dişi kokmiğ, geçen Ayvaz at der!
mayfa mıdır?mafya mıdır? Heal(Kınaytta can tamamlama skilli) atmiği
Oğğğv heal ATMİĞİ! At da Obivan Cure(Kınaytta zehri temizleme skilli-Qüuğr diye okunur)
************
Underground hatay bi bakam!
i bu mazot dizaaayn
n piypılı everiverdik
sandık batırdın ay emmi
hahay Mösyö, hay mösyö
kaz bayılarak it
geçen Ayvaz at der!
duyuyon kız, duyuyon?
ayırdılar Fatih, ayırdılar Fatih!
bu senin araban kayıyor?
************
Ulan hepiniiz!Nerdeydiniz len vazoyla, Andrew give it to them!
Kaz ve Etibör yeriz diyk
Tuhh, senin zevki sefan, n'Teykif diken
Koymadııııığn,koymadııııığn, şiii kokmiğğ
dişi kokmiğ, geçen Ayvaz at der!
mayfa mıdır?mafya mıdır? Heal(Kınaytta can tamamlama skilli) atmiği
Oğğğv heal ATMİĞİ! At da Obivan Cure(Kınaytta zehri temizleme skilli-Qüuğr diye okunur)

Anlayabilmesi için çok daha iyi anlatabilirdim ama uğraşasım gelmedi.

Posted: by Skandrant in Etiketler:
1

Death Note Soundtrack Albümü (3 Part)

Posted: 20 Mart 2010 Cumartesi by Mengüalp in Etiketler: , ,
1

Senin bu iyiliğini karşılayacak param yok.

Posted: by Skandrant in Etiketler:
2

0

Skandrant'ın yazàcağı mevzuların etiketleri 1

Posted: by Skandrant in Etiketler:
5

  1. Kimliğin İhyâsı
  • Biz Kimiz?
  • Türkiye'de Âidiyet Meselesi.
  • Türkiye'de Çocuk Olmak Nasıldır?
  • Türkiye'de Kadın Olmak Nasıldır?
  • Türkiye'de Erkek Olmak Nasıldır?
  • Türkiye'de Aile Nasıldır?
  • Asabiyet Bağı Nedir?
  • Türkiye'de Sınıf Bilinci Nasıldır? Sınıfımız Nedir?
  • Türk Nedir? Türkiye Nedir?
  • Türk Dili Nedir?
  • Ana hatlarıyla Türkiye Tarihi ve Türkiye'de Tarihî Tekerrürün Şablonu Nasıldır?
  • Devlet Nedir? Millet Nedir? Türkiye'de Devlet-Millet İlişkisi Nasıldır?
  • Türkiye'nin Geçen Asırdaki İktisâdî, İçtimâî, Siyâsî ve Kültürel Sergüzeşti Nasıldır?
  • Islah ve İhyâ Arasındaki Farklar Nelerdir? Türk Kültüründe Islahat Tutar mı?
  • İhyâ Neden Kaçınılmazdır? Tarihî Perspektif ile İhya Kurgusu Nasıl Yapılabilir?
2. Îmânın İhyâsı
  • Tanrı Nedir? Allah Kimdir?
  • Melekler Nedir?
  • Yazılanlar Nelerdir?
  • Açıklayanlar Kimlerdir? Sıralananlar Kimlerdir? Sıralananlar arasında neden bir fark yoktur?
  • Sonraki Gün Ne Demektir?
  • Kader Nedir?
  • İyi Nedir? Kötü Nedir? İyinin ve Kötünün Kaynağı Nedir?
  • Ölümden Sonra Diriliş Ne Demektir?
  • Dîn Ne Demektir? Yewm ed-Dîn Ne Zamandır?
  • İslâm Ne Demektir? Muslim Kimdir?
  • Îman Ne Demektir? Múmin Kimdir?
  • Takvâ Ne Demektir? Muttakî Kimdir?
  • Nıfık Ne Demektir? Munâfik Kimdir?
  • Şirk Ne Demektir? Muşrik Kimdir?
  • İnkar Ne Demektir? Munkir Kimdir?
  • Küfür Ne Demektir? Kâfir Kimdir?
  • Kurán Ne Demektir?

Etiket Tartışması!

Posted: 18 Mart 2010 Perşembe by Mengüalp in Etiketler:
4


Etiket kısmıyla ilgili bir önerim var herkesi altına yorumlarıyla tartışma ortamına bekliyorum.
Tartışma konum şudur ki;

*Genel konu başlıklarını-hani siteye koyacağımız ana başlıkları-etiket yapalım?
Örnek: Mesela ABD-Yunanistan Vize kaldırma konusuna sadece "Güncel Siyaset" yazıp başka etiket koymayalım, yoksa reklam sitesi gibi olacak etiket başlığı. Ama şuna da dikkat etmeli, sonuçta sitede arama motoru var, ne istersek ordan bulabilir(ler)iz. Yani çok genel etiketleme konusunda talepte bulunuyorum.Ve eski etiketlerimizi düzenleyelim mesela?

**Ayrıca aramızda bir kişinin yazdıklarımızdaki türkçe olmayan kelimelere asıl türkçe kelimeleri yerleştirme konusunda öncülük etmesini istiyorum. Nitekim Skandart Bey siz olabilir misiniz acaba?

Powered By Blogger